Antik Yunan mitolojisinin en büyüleyici, en güçlü ve en çok anılan figürlerinden biri olan Afrodit, aşk, güzellik, zevk ve doğurganlığın tanrıçasıdır. Adı, "köpükten doğan" anlamına gelir ve hikayesi de bu ismi doğrular niteliktedir. Yalnızca Olimpos tanrıları üzerinde değil, ölümlüler ve doğa üzerinde de büyük bir güce sahiptir.
Hesiodos'un Theogonia (Tanrıların Doğuşu) eserine göre, Afrodit'in doğuşu oldukça dramatiktir. Titan Kronos, babası Uranos'u hadım edip denize atar. Denizin köpüklü sularına karışan bu ilahi unsurlardan, bir istiridye kabuğu içinden mükemmel güzellikte bir kadın, Afrodit ortaya çıkar. Rüzgarlar onu önce Kıbrıs adasına, ardından da tanrıların evi Olimpos Dağı'na götürür. Bu hikaye onun doğrudan ilahi bir kökene sahip olduğunu ve diğer Olimposlulardan farklı bir yerde durduğunu gösterir.
Afrodit, belirli semboller ve hayvanlarla tasvir edilir. Bunlar onun doğasını ve güç alanlarını anlamamıza yardımcı olur:
Afrodit'in mitolojideki hikayelerinin çoğu, aşk ilişkileri etrafında döner. Tanrıların kıskançlık dolu dünyasında, onun çekiciliği hem büyüleyici hem de kaosa neden olucudur.
Afrodit'e, özellikle Kıbrıs (Paphos) ve Kithira adalarında büyük tapınım gösterilmiştir. En önemli kült merkezlerinden biri de Korint şehriydi. Romalılar onu Venüs adıyla benimsemiş ve soylarını ondan türettiklerine inanmışlardır (Aineias'ın annesi olarak).
Sanat tarihinde, Botticelli'nin Venüs'ün Doğuşu, Canova'nın heykelleri ve sayısız antik heykel, onun ikonik imgesini ölümsüzleştirmiştir.
Afrodit, yalnızca fiziksel güzelliğin değil, çekim gücünün, yaratıcılığın ve yaşam döngüsünün de temsilcisidir. Mitleri, aşkın ve arzunun kaotik, kontrol edilemez, hem yapıcı hem de yıkıcı olabilen doğasını anlatır. İnsan duygularının en güçlüsünü simgeleyen bu tanrıça, binlerce yıldır sanat, edebiyat ve düşünce dünyasını etkilemeye devam etmektedir.