Anadolu’nun kadim kültüründe doğum, hem bir mucize hem de gizemli tehlikelerle dolu bir süreç olarak görülmüştür. Bu tehlikelerin en ünlüsü, “Alkarısı” ya da “Albasması” adı verilen, lohusa kadınlara ve yeni doğmuş bebeklere musallat olduğuna inanılan doğaüstü bir varlıktır. Bu yazıda, kökleri Şamanizm’e kadar uzanan bu ilginç halk inanışını, özelliklerini ve korunma yöntemlerini inceleyeceğiz.
Alkarısı, Türk ve Altay halk kültüründe, özellikle lohusalık dönemindeki kadınları ve yeni doğan bebekleri hedef alan, genellikle olumsuz tasvir edilen mitolojik bir karakterdir. “Al” kökünden türemiştir ve “al basması” tabiri, bu varlığın lohusaya “baskın yapması” veya “çökmesi” anlamına gelir. Farklı yörelerde Alkarısı, Albastı, Alanası, Alkarıcı gibi isimlerle anılır.
Alkarısı’nın temel hedefi, doğum yapmış kadınlar (lohusa) ve kırkı çıkmamış bebeklerdir. İnanışa göre, doğum sonrası anne ve bebek hem fiziksel hem de metafizik anlamda savunmasızdır. Alkarısı bu zayıf anı kollar. Musallat olduğunda:
Halk inanışları, bu tehlikeli varlığa karşı bir dizi korunma pratiği geliştirmiştir. Bu pratiklerin çoğu, aslında lohusa dönemindeki hijyen ve psikolojik rahatlığı sağlamaya yönelik sembolik davranışlardır.
En yaygın korunma yöntemi kırmızı renk kullanmaktır. Alkarısı’nın kırmızıdan korktuğuna veya çekindiğine inanılır.
Alkarısı inancı, İslamiyet öncesi Türk Şamanizm inançlarına dayanır. “Al” ruhu, kötücül bir doğa ruhu olarak kabul edilirdi. İslamiyet’in kabulüyle bu inanç, İslami motiflerle harmanlanarak günümüze kadar gelmiştir. Benzer inanışlar Fars, Arap, Kafkas ve Balkan kültürlerinde de mevcuttur (örneğin, “Ummu’s-Sıbyan”).
Bu efsane, aslında tıbbın gelişmediği dönemlerde lohusa humması, enfeksiyonlar, doğum sonrası depresyon ve bebek ölümleri gibi gerçek ve açıklanamayan trajedilere verilen mitolojik bir açıklamadır. Aynı zamanda, toplumun lohusa ve bebeğe gösterilmesi gereken özeni ve korumayı ritüellerle garanti altına alma çabasını yansıtır.
Alkarısı efsanesi, Anadolu insanının doğum gibi kritik bir olayı anlamlandırma, kontrol edilemeyeni kontrol etme ve korunma ihtiyacının sembolik bir ifadesidir. Günümüzde tıbbi bilgiler arttıkça bu inanç zayıflamış olsa da, özellikle kırsal kesimlerde korunma ritüellerinin bir kısmı kültürel bir miras olarak uygulanmaya devam etmektedir. Bu efsane, halk kültürümüzün ne kadar renkli ve derin olduğunu gösteren, üzerinde düşünülmesi gereken bir folklorik hazinedir.