Recaizade Mahmut Ekrem'in 1896 yılında yayımlanan Araba Sevdası, Türk edebiyatının ilk gerçekçi romanlarından biri kabul edilir. Roman, Batılılaşma sürecini yanlış anlayan, **"alafranga züppe"** tipini eleştirel bir gözle ele alır. Bu tipin en canlı ve unutulmaz temsilcisi ise şüphesiz **Bihruz Bey**'dir.
Bihruz Bey, Tanzimat dönemi İstanbul'unda yaşayan, varlıklı bir ailenin tek çocuğudur. Babasının ölümüyle büyük bir mirasa konmuş, ancak bu mirası sorumsuzca ve anlamsız bir şekilde tüketmektedir.
Bihruz Bey, romanın merkezindeki "araba sevdası"nın da sembolüdür. Onun için araba, bir ulaşım aracı değil, **statü ve gösteriş simgesidir**. Tıpkı kullandığı yarım yamalak Fransızca gibi, arabası da toplumda üstün bir yere sahip olma çabasının yüzeysel bir göstergesidir.
Yazar, Bihruz Bey üzerinden, bilinçsizce taklit edilen Batılılaşmanın bireyi ve toplumu nasıl gülünç ve yozlaşmış bir hale getirebileceğini gösterir. Bihruz, Doğu kültüründen kopmuş, ancak Batı kültürünü de özümseyememiş, **kökensiz bir karakterdir**.
Bihruz Bey karakteri, Türk edebiyatında bir dönüm noktasıdır:
Bihruz Bey, sadece Araba Sevdası romanının değil, Türk edebiyatının da en önemli karakterlerinden biridir. Recaizade Mahmut Ekrem, onun şahsında, dönemin sosyal bir yarasını ustalıkla gözler önüne serer. Bihruz Bey'in kişisel trajedisi, aslında bir toplumun kimlik bunalımının ve yönünü bulamamasının da mikroskobik bir yansımasıdır. Günümüzde bile, **şekilciliğe, gösterişe ve yüzeyselliğe** düşkünlüğü temsil etmesi açısından geçerliliğini koruyan evrensel bir karakter olarak edebiyat tarihindeki yerini muhafaza etmektedir.