Orhan Pamuk'un 1998 tarihli bu büyülü romanı, sadece bir cinayet hikayesi değil, aynı zamanda Doğu ile Batı, gelenek ile yenilik, sanat ile inanç arasındaki ezeli çatışmanın derin bir yansımasıdır. Roman, 16. yüzyıl sonu İstanbul'unda, Osmanlı nakkaşhanesinde geçen olaylar üzerinden evrensel sorular sorar.
Romanın kalbinde, geleneksel İslam minyatür sanatı ile Batı'nın perspektifli ve bireyci resim anlayışı arasındaki mücadele yatar. Bu, sadece bir sanat tartışması değil, bir kimlik, varoluş ve dünyayı algılama biçimi savaşıdır. Nakkaşlar, Batı tarzı resmin "günah" olduğunu düşünürken, bir yandan da onun cazibesine kapılırlar.
Benim Adım Kırmızı'nın ana fikri şu şekilde özetlenebilir: Değişim kaçınılmazdır ve gelenek ile modernite arasında sıkışan bireyler, bu geçiş döneminde kimlik bunalımı, yabancılaşma ve çatışma yaşarlar. Sanat, bu çatışmanın hem aracı hem de tanığıdır.
Pamuk, olayları çok sesli bir anlatımla (polisiye, aşk, tarihi, felsefi) kurgular. Ölü, katil, bir para, bir at, renkler gibi sıradışı varlıklar bile hikayeyi kendi perspektiflerinden anlatarak, okura çok katmanlı bir okuma deneyimi sunar. Bu teknik, "gerçeğin tek bir bakış açısından ibaret olmadığı" fikrini güçlendirir.
Benim Adım Kırmızı, okuyucuyu sürükleyici bir cinayet gizeminin içine çekerken, aynı zamanda sanat, inanç ve kültür çatışmaları üzerine derin düşündüren bir başyapıttır. Roman, değişim rüzgarına kapılan bir medeniyetin ve o medeniyetin sanatçılarının trajik ve şiirsel hikayesini anlatır. Ana fikir, nihayetinde, değişimin bedelinin ağır, ancak durmanın imkansız olduğudur.