Fyodor Dostoyevski'nin 1869'da yayımlanan başyapıtı Budala, edebiyat tarihinin en tartışmalı, en derin ve en unutulmaz karakterlerinden birini merkezine alır: Prens Lev Nikolayeviç Mişkin. Roman, "tamamen iyi bir insan"ın kirli, ikiyüzlü ve çıkarcı bir toplumda var olma mücadelesini anlatır. Mişkin, sadece bir roman kahramanı değil, insan doğasına dair felsefi bir sorgulamadır.
Mişkin, diğer karakterlerle kurduğu ilişkilerde ve verdiği tepkilerde kendini gösteren çok katmanlı bir kişiliktir:
Romanın dramatik ekseni, Mişkin'in iki zıt karakterdeki kadın arasında kalışıdır:
Güzelliği ve zekası dillere destan, ancak genç yaşta kendisini yetiştiren Totski tarafından istismar edilmiş bir kadın. Kendini değersiz ve kirli görür. Mişkin ona aşkla değil, derin bir merhamet ve acıma duygusuyla yaklaşır. Onu "kurtarmak" ister. Bu ilişki, merhametin yıkıcı gücünü gösterir.
Genç, güzel, asi ve soylu bir ailenin kızı. Mişkin'e, Nastasya Filipovna'ya duyduğundan farklı, saf ve gelecek vaat eden bir aşk besler. Mişkin, Aglaya ile "normal" bir hayat kurma şansına sahiptir.
Mişkin'in trajedisi, bu ikisi arasında bir seçim yapamamasıdır. Nastasya'ya duyduğu sorumluluk hissi, onu Aglaya'ya duyabileceği aşkın önüne geçer.
Mişkin, etrafındaki herkes için bir ayna işlevi görür. Onun varlığı, diğer karakterlerin içindeki iyilik ve kötülüğü ortaya çıkarır:
Dostoyevski, romanı yazma amacını "tamamen iyi bir insanı" tasvir etmek olarak açıklar. Ancak bu iyilik, dünyanın kurallarına göre işlemez. Mişkin'in "budalalığı", aslında dünyanın hasta olduğunun bir kanıtıdır. O, Hristiyan erdemlerini (alçakgönüllülük, merhamet, fedakarlık) katıksız şekilde yaşamaya çalışan, ancak bu erdemlerin günlük hayatta nasıl yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini gösteren trajik bir figürdür.
Romanın finali, bu çatışmanın trajik sonucunu gözler önüne serer: Mişkin, iki kadını da "kurtaramaz" ve kendisi de, başladığı yere, zihinsel karanlığına geri döner. Prens Mişkin, edebiyatın en güçlü mesajlarından birini taşır: Salt iyilik, insan dünyasında yaşayamaz.