Peyami Safa'nın kaleminden çıkan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Türk edebiyatının en önemli psikolojik romanlarından biridir. 1930 yılında yayımlanan bu eser, yalnızca fiziksel bir hastalığın değil, aynı zamanda bir gencin iç dünyasındaki yalnızlık, umut, hayal kırıklığı ve varoluş mücadelesinin derin bir portresini çizer. İşte bu edebi şaheserin karakterleri, teması ve olay örgüsüne dair kapsamlı bir özet.
Romanın merkezinde fiziksel acı ile psikolojik acının iç içe geçişi yatar. Anlatıcı, sadece bacağındaki amansız ağrıyla değil, bu hastalığın yol açtığı sosyal yalnızlık, aşkına kavuşamamanın verdiği ıstırap ve ölüm korkusuyla da mücadele eder. "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu", adını aldığı hastane ortamında, umut-ümitsizlik, sağlık-hastalık, yaşam-ölüm, zenginlik-yoksulluk gibi tezatları da keskin bir şekilde gözler önüne serer.
Roman, başkarakterin ağrıları dayanılmaz hale geldiğinde, yine hastaneye (Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'na) yatışıyla başlar. Anlatı, onun geçmiş anıları, hastane anları ve İstanbul'daki akraba evinde geçirdiği zamanlar arasında gidip gelir.
Genç adam, Paşa'nın kızı Nüzhet'e karşı derin ama karşılıksız bir aşk beslemektedir. Nüzhet, onun için sağlıklı ve mutlu bir hayatın simgesidir. Ancak kendi fiziksel durumu ve sosyal konumu, bu aşkı imkansız kılar. Hastanede geçirdiği her gün, onu Nüzhet'ten ve "normal" hayattan biraz daha uzaklaştırır. Ameliyat olması gerektiği söylenir ve bu, onun için büyük bir korku kaynağıdır.
Roman, nihayetinde gencin ameliyata alınması ve bu süreçte yaşadığı yoğun korku ile psikolojik buhranla ilerler. Ameliyat sonrasında, fiziksel acısı dinmiş olsa da, ruhunda derin izler kalmıştır. Son bölümlerde, Nüzhet'in başka biriyle nişanlandığını öğrenir ve bu onun için son hayal kırıklığıdır. Ancak bu acı, aynı zamanda bir tür olgunlaşma ve kabullenme sürecini de beraberinde getirir. Roman, genç adamın artık kendi gerçekliğiyle yüzleşmeye ve belki de yeni bir başlangıç yapmaya hazır olduğu hissiyle sona erer.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, otobiyografik ögeler de taşıyan, son derece samimi ve çarpıcı bir anlatımdır. Peyami Safa, hastalığın psikolojisini olağanüstü bir gözlem gücüyle aktarır. Eser, sadece bir hastalık hikayesi değil, insan ruhunun zorluklar karşısındaki inceliğini ve direncini anlatan zamansız bir klasiktir. Okuyucuyu, acının evrensel dilinde, derin bir insanlık durumuyla baş başa bırakır.