Ebru sanatı, kökleri Orta Asya'ya dayanan, suyun üzerine resim yapma sanatıdır. "Ebru" kelimesi Farsça'da "bulutumsu" veya "bulut gibi" anlamına gelen "ebr" kelimesinden türemiştir. Bu kadim sanat, Osmanlı İmparatorluğu döneminde gelişmiş ve günümüze kadar ulaşarak dünya çapında tanınan bir Türk sanatı haline gelmiştir.
Ebru, göründüğünden çok daha fazla teknik bilgi ve sabır gerektiren bir sanat dalıdır. Temel malzemeleri şunlardır:
En temel ebru tekniğidir. Boyalar serpme yöntemiyle su yüzeyine serpilir ve herhangi bir müdahale olmaksızın kağıda alınır.
Battal ebrunun üzerine ince çizgiler çekilerek dalgalı bir görüntü oluşturulur.
Gelgit ebrusunun hem yatay hem dikey çizgilerle işlenmesiyle oluşur.
Damlatılan boyaların biz ile şekillendirilmesiyle yapılır. Çiçek ve yaprak motifleri bu teknikle oluşturulur.
Ebru üzerine Arap harfleriyle yazı yazılmasıdır. En zor tekniklerden biridir.
Ebru sadece bir resim tekniği değil, aynı zamanda derin bir felsefeyi barındırır. Su, hayatın kaynağı ve sürekliliğini simgeler. Renklerin su üzerindeki dansı, insan ruhunun değişkenliğini ve evrenin akışını temsil eder. Sanatçı kontrolü bırakıp doğanın akışına teslim olmayı öğrenir, çünkü ebruda her şey suyun hareketine bağlıdır.
UNESCO'nun 2014 yılında "Somut Olmayan Kültürel Miras" listesine aldığı ebru sanatı, günümüzde sadece geleneksel formatta değil, çağdaş sanat anlayışıyla da icra edilmektedir. Dünyanın dört bir yanında atölyeler açılmakta, sergiler düzenlenmekte ve bu kadim sanat yeni nesillere aktarılmaktadır.
Ebru sanatı, her biri bir diğerinin aynısı olmayan, tek ve benzersiz eserler yaratma imkanı sunar. Tıpkı insanlar gibi, her ebru eseri de kendine özgüdür ve asla tam olarak tekrarlanamaz. Bu yönüyle ebru, hayatın kendisinin bir yansımasıdır.
Geleneksel sanatlarımızı yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak için ebru, sadece bir sanat değil, aynı zamanda kültürel bir miras ve evrensel bir dil olarak varlığını sürdürmektedir.