Ergenekon Destanı, Türk mitolojisinin ve milli hafızasının en önemli yapıtaşlarından biridir. Kökleri Orta Asya bozkırlarına uzanan bu destan, bir halkın yok oluşun eşiğinden nasıl dirildiğini, zorlukları nasıl aştığını ve büyük bir devlet olma yolunda nasıl ilk adımı attığını anlatır. Sadece bir hikâye değil, Türklerin kolektif bilincinde yer eden bir diriliş, azim ve milli birlik mesajıdır.
Destan, genel olarak Göktürkler dönemine (MS 6.-8. yüzyıllar) dayandırılır. Türklerin, komşu kavimlerle yaptıkları bir savaşta ağır bir yenilgi alıp neredeyse yok olma noktasına gelmeleriyle başlar. Hayatta kalan az sayıdaki Türk, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, verimli topraklara sahip bir vadiye (Ergenekon) sığınır. Burada dört yüz yıl boyunca güven içinde yaşayıp çoğalırlar, ancak zamanla bu cennet vadi onlara dar gelmeye başlar.
Türkler, düşmanları tarafından büyük bir bozguna uğratılır. Sadece Kayı ve Tokuz adlı iki ailenin fertleri veya bazı versiyonlara göre Kıyan ve Nüküz adlı iki savaşçı ile eşleri hayatta kalır. Bu bir avuç insan, at sırtında zorlu bir yolculuktan sonra, ulaşılması çok zor, bereketli bir vadi olan Ergenekon'a varır.
Vadi, dört bir yandan yüksek dağlarla çevrilidir. İçinde akarsular, otlaklar, av hayvanları vardır. Burada tamamen dış dünyadan izole bir şekilde yaşamaya başlarlar. Yıllar, yüzyıllar geçer ve Türkler burada çoğalır, güçlenir, atlar yetiştirir, demircilikte ustalaşır. Ancak nüfus o kadar artar ki, artık Ergenekon onlara yetmez olur.
Dışarı çıkmanın bir yolunu aramaya başlarlar. Vadinin etrafını saran sarp dağlarda bir geçit bulamazlar. O zaman bir demirci ustası öne çıkar ve dağın bir yerinde demir madeni olduğunu, bu demiri eriterek yol açılabileceğini söyler. Büyük bir ateş yakılır, körüklerle odun ve kömür ateşi iyice kızdırılır. Nihayetinde demir erir ve dağda bir geçit açılır. Türkler, öncülük eden Bozkurt'un (Gökbörü veya Asena boyunun totemi) rehberliğinde bu geçitten dışarı çıkarak ata yurtlarına, özgürlüğe ve yeni bir başlangıca kavuşurlar. Bu çıkış günü, Türklerce bahar bayramı Nevruz ile özdeşleştirilir ve kutlanır.
Ergenekon Destanı'nın en detaylı anlatımı, 14. yüzyıl tarihçisi Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî'nin "Câmiʿü't-Tevârîh" adlı eserinde ve daha sonra 17. yüzyılda yaşamış Ebü'l-Gazi Bahadır Han'ın "Şecere-i Terâkime" (Türklerin Soy Kütüğü) adlı eserinde yer alır. Destan, Türk edebiyatından müziğe, resimden siyasete kadar pek çok alanda ilham kaynağı olmuştur.
Sonuç olarak, Ergenekon Destanı sadece geçmişe ait bir hikâye değil, Türk kültürünün ve kimliğinin şekillenmesinde rol oynamış, umudu, direnci ve bağımsızlık arzusunu nesilden nesile aktaran canlı bir mirastır. Bir milletin, en zor koşullarda bile "demiri eritip" yoluna devam etme azminin timsalidir.