Haçlı Seferleri, 11. yüzyılın sonundan 13. yüzyılın sonuna kadar devam eden ve Avrupa'nın siyasi, ekonomik, sosyal ve dini yapısını derinden etkileyen büyük bir hareketti. Bu seferlerin en önemli sonuçlarından biri de dini alanda yaşanmıştır.
Seferlerin başlangıcında Papa ve Kilise, Müslümanlara karşı kutsal toprakları kurtarmak için birleştirici bir güçtü. Ancak seferlerin başarısızlıkla sonuçlanması, özellikle Dördüncü Haçlı Seferi'nde Katolik Hristiyanların aynı inançtaki Ortodoks Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'i yağmalaması, Kilise'nin ve papalık kurumunun otoritesini büyük ölçüde zedeledi. İnsanlar, Kilise'nin siyasi ve maddi çıkarlar için hareket ettiğini düşünmeye başladı.
Haçlı saldırıları, İslam dünyasında önceleri dağınık olan beylikleri dış tehdide karşı birleştirdi. Selahaddin Eyyubi gibi liderler etrafında toplanan Müslümanlar, Kudüs'ü geri aldı. Bu süreç:
Haçlı Seferleri, zaten var olan Doğu (Ortodoks) ve Batı (Katolik) Kiliseleri arasındaki ayrılığı daha da keskinleştirdi. Katolik Haçlıların Ortodoks Bizans'a saldırması, iki mezhep arasındaki güveni tamamen ortadan kaldırdı ve 1054'teki Büyük Schism (Bölünme)'nin etkilerini kalıcı hale getirdi.
Seferler sırasında Avrupalılar, İslam dünyasının bilim, felsefe ve teknolojik gelişmişliği ile karşılaştı. Bu durum, Avrupa'da skolastik düşünceyi sarsarak, daha sonra Rönesans ve Reform hareketlerine zemin hazırlayacak sorgulayıcı bir bakış açısının doğmasına katkıda bulundu. Ayrıca, kutsal toprakları korumak ve Hristiyan hacılarına yardım etmek amacıyla Tapınak Şövalyeleri, Hospitalier Şövalyeleri gibi dinî-askeri tarikatlar kuruldu.
Haçlı zihniyeti, sadece Müslümanlara değil, Avrupa'daki diğer dinî gruplara da yöneldi. "Kutsal toprakların düşmanı" olarak görülen Müslümanlara ulaşamayan bazı Haçlı gruplar ve halk, öfkesini yakınlarındaki Yahudilere yöneltti. Bu durum, Avrupa'da Yahudi katliamlarına ve pogromlara yol açarak, kıtadaki antisemitizmin kökleşmesine neden oldu.
Haçlı Seferleri, başlangıçta dini bir ideal ile yola çıkmış olsa da, sonuçları itibarıyla hem Hristiyan dünyasında hem de İslam dünyasında derin dini yaralar açmıştır. Kilise'ye duyulan güvenin sarsılması, mezhepler arası ayrılığın derinleşmesi ve dinler arası hoşgörüsüzlüğün artması, bu seferlerin en kalıcı dini mirasları olmuştur.