Psikoloji tarihinde, insan zihnini anlamaya yönelik pek çok yaklaşım ortaya çıkmıştır. Davranışçılık insanı tepkileri şekillendirilen bir varlık, psikanaliz ise bilinçdışı çatışmalarla boğuşan bir varlık olarak görürken, Hümanistik (İnsancıl) Psikoloji tamamen farklı ve umut dolu bir pencere açtı: İnsanı potansiyeli olan, özgür iradeli, değerli ve iyiye yönelik bir varlık olarak kabul etmek. 1950'lerde "Üçüncü Güç" olarak doğan bu akım, insan deneyiminin zenginliğine odaklanır.
Maslow, insan motivasyonunu bir piramit şeklinde sıralanmış ihtiyaçlar hiyerarşisiyle açıklamıştır. Birey, ancak alt basamaktaki ihtiyaçlarını karşıladıkça bir üst basamağa geçebilir ve nihai hedef olan "Kendini Gerçekleştirme"ye ulaşmaya çalışır.
(Maslow daha sonra piramidin en tepesine "Aşkınlık" ihtiyacını eklemiştir.)
Rogerstan terapide, danışanın kendi çözümlerini bulabileceği güvene dayalı bir ilişki kurulması esastır. Terapist bir "uzman" değil, eşlik eden bir rehberdir. Bu sürecin temelinde üç kilit kavram vardır:
Rogers'a göre, bireyin "Benlik Kavramı" (kendini nasıl gördüğü) ile "İdeal Benlik" (olmak istediği kişi) arasındaki fark azaldıkça psikolojik sağlık artar. Bu uyumlu ortam, kişinin "Kendini Gerçekleştirme" eğilimini harekete geçirir.
Hümanistik yaklaşım, psikolojide insanı merkeze alan devrimci bir adımdı. Sadece patolojiye değil, sağlıklı gelişime, yaratıcılığa ve insan olmanın anlamına odaklandı. Günümüzdeki pozitif psikolojinin, koçluk anlayışının ve birçok modern psikoterapi ekolünün temelini oluşturur. Maslow ve Rogers bize şunu hatırlatır: İnsan, sadece geçmişinin veya çevresinin bir ürünü değil, kendi geleceğini inşa etme kapasitesine sahip özgün bir varlıktır.