Kast sistemi, bireylerin doğumla belirlenen ve yaşam boyu değiştirilemeyen sosyal sınıflara ayrıldığı, katı bir sosyal tabakalaşma modelidir. En bilinen ve köklü örneği Hindistan'da görülse de, benzer yapılar tarihin farklı dönemlerinde çeşitli toplumlarda ortaya çıkmıştır. Bu sistem, bireyin mesleğinden, evliliğine, sosyal ilişkilerinden dini statüsüne kadar hayatının her alanını belirleyen güçlü bir düzenektir.
Kast sisteminin, özellikle Hindistan'daki hali (Varna ve Jati), yaklaşık 3000 yıl önce Aryaların bölgeye gelişiyle şekillenmeye başlamıştır. Temelleri, Hinduizm'in kutsal metinleri olan Vedalar'da ve özellikle de Rigveda'da geçen "Purusha Sukta" ilahisine dayandırılır. Bu ilahide, evrenin dev adamı Purusha'nın bedeninden dört ana sosyal sınıfın (Varna) yaratıldığı anlatılır:
Bu dört ana sınıfın dışında, metinlerde bile sayılmayan bir grup daha vardır: "Dokunulmazlar" (Dalitler). Onlar toplumun en kirli işleriyle uğraşmak zorunda bırakılmış, en ağır ayrımcılığa maruz kalan kesimdir.
Kast sistemi sadece bir mesleki ayrımdan ibaret değildir. Yaşamın tümünü kuşatan katı kurallar bütünüdür:
Kast, Hindistan'a özgü gibi görünse de, benzer katı tabakalaşma sistemleri dünyanın başka yerlerinde de görülmüştür:
Hindistan, 1947'de bağımsızlığını kazandıktan sonra, kurucu babalarından Dr. B. R. Ambedkar'ın öncülüğünde kast ayrımcılığını anayasa ile yasaklamıştır. Anayasa'nın 15. maddesi, kaste dayalı ayrımcılığı yasaklar. Ayrıca, uzun yıllar ezilen Dokunulmazlar (Dalitler) ve kabileler için eğitim ve kamu işlerinde kotalar (olumlu ayrımcılık) getirilmiştir.
Ancak, 3000 yıllık bir geleneğin yasalarla bir anda silinmesi mümkün olmamıştır. Özellikle kırsal kesimlerde kast kuralları sosyal yaşamı şekillendirmeye, kast içi evlilikler yaygın olmaya ve ayrımcılık çeşitli biçimlerde sürmeye devam etmektedir. Modern şehir hayatı, eğitim ve teknoloji bu katı yapıyı kırmada önemli bir rol oynasa da, sosyal değişim yavaş ilerlemektedir.
Kast sistemi, insanlık tarihinin en eski ve en katı sosyal örgütlenme biçimlerinden biridir. Din, gelenek ve toplumsal normlarla beslenerek nesiller boyu süregelmiştir. Günümüzde yasal olarak tanınmasa ve kınansa da, derin sosyal ve kültürel izleri, özellikle Güney Asya toplumlarında varlığını hissettirmeye devam etmektedir. Bu sistem, bize toplumsal eşitsizliğin kurumsallaşmış halinin ne denli kalıcı olabildiğini ve onunla mücadelenin yalnızca yasalarla değil, zihniyet dönüşümüyle mümkün olduğunu göstermektedir.