Kibir, insanlık tarihi boyunca en çok tartışılan, en tehlikeli ve en sinsi ruh hallerinden biridir. Eski Yunan'daki hubris kavramından İslami öğretilerdeki kibir tanımına, Budizm'deki madadan modern psikolojinin narsisizm analizlerine kadar pek çok kültür ve disiplin bu kavramı mercek altına almıştır. Peki gerçekten kibir nedir ve neden bu kadar tehlikelidir?
Kibir, kişinin kendini olduğundan üstün görmesi, başkalarını küçümsemesi ve bu üstünlük iddiasını davranışlarına yansıtmasıdır. Etimolojik olarak Arapça "kibriyâ" (büyüklük) kökünden gelir. Psikolojide ise narsisistik kişilik özellikleri ile yakından ilişkilidir.
Kibir genellikle sağlıklı özgüven ile karıştırılır. Ancak aralarında temel farklar vardır:
Yedi ölümcül günahtan biri olan "superbia" (kibir), tüm diğer günahların kaynağı olarak görülür. İnsanın Tanrı karşısındaki konumunu unutması olarak yorumlanır.
Kibir (kibriya), "büyüklenmek, başkalarına karşı büyüklük taslamak" olarak tanımlanır. Hadislerde "Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kişi cennete giremez" ifadesiyle tehlikesine dikkat çekilir.
"Mada" olarak adlandırılan kibir, zihnin bulanmasına yol açan zehirlerden (kilesa) biridir. Aydınlanma yolundaki en büyük engellerden kabul edilir.
Düzenli öz-eleştiri ve mindfulness pratikleriyle gerçek benliğinizi keşfedin. Güçlü yanlarınız kadar zayıf yönlerinizi de kabul edin.
Başkalarının görüşlerine gerçekten açık olun. Farklı bakış açılarını anlamaya çalışın.
Küçük hizmetlerde bulunmak, yardım istemek, takdir etmek gibi tevazu geliştirici davranışları günlük hayata dahil edin.
Kibirli davrandığınız anları not edin ve bunların altında yatan duyguları (korku, güvensizlik, değersizlik hissi) keşfedin.
Kibir, insanın kendi sınırlarını unutmasıdır. Oysa insan olmanın güzelliği, mükemmel olmamakta, kusurları kabul etmekte ve gelişmeye açık olmaktadır. Gerçek güç, güçsüzlüğümüzü kabul edebilme cesaretindedir. Kibirden arınmış bir yaşam, daha derin ilişkiler, daha anlamlı bir varoluş ve daha huzurlu bir ruh halinin kapılarını açar.
Unutmayın: Ağaç ne kadar yükseğe çıkarsa, kökleri o kadar derine inmelidir. İnsanın gerçek büyüklüğü, ne kadar yüksekte durduğunda değil, ne kadar alçakgönüllü olabildiğinde ortaya çıkar.