Modern Türk şiirinin belki de en çok konuşulan, en gizemli ve en yanlış anlaşılan şiirlerinden biridir “Monna Rosa”. Şiir, adeta bir efsaneye dönüşmüş, hakkında sayısız rivayet üretilmiş ve neredeyse şiirden daha fazla, “Acaba kime yazıldı?” sorusu konuşulmuştur. İşte bu yazıda, Sezai Karakoç’un bu unutulmaz şiirinin gerçek hikayesini ve edebiyat dünyasında yarattığı dalgalanmayı ele alacağız.
“Monna Rosa” şiirinin hikayesi, öncelikle bir kimlik karmaşasıyla başlar. Şiir, uzun yıllar boyunca Sezai Karakoç’a değil, şair Attilâ İlhan’a mal edilmiştir. Hatta Attilâ İlhan, “Ben Sana Mecburum” kitabında bu durumu, “Monna Rosa, Sezai Karakoç’undur, bana mal edilmesi yanlıştır” diyerek düzeltmek zorunda kalmıştır. Bu karışıklık, şiirin 1950’lerin başında dergilerde yayımlanırken isimsiz veya farklı imzalarla çıkmasından kaynaklanmış olabilir.
Sezai Karakoç, şiiri 1951-1952 yılları arasında, Maraş Lisesi’nde öğrenciyken yazmıştır. “Monna Rosa”, İtalyanca’da “Hanımefendi Gül” anlamına gelir. Bu isim, Karakoç’un o dönemde gizli bir aşkla bağlandığı, gerçek adı Süreyya olan bir kız arkadaşına ithafendir. Şair, sevgilisinin kimliğini saklamak ve ona bir tür şiirsel bir mahlas vermek için bu ismi seçmiştir.
Şiir, ilk olarak “Şiir Sanatı” dergisinde (1953) ve daha sonra “Hisar” dergisinde (1955) yayımlanmıştır. Ancak asıl patlama, 1960 yılında “Diriliş” dergisinde yayımlanmasıyla gerçekleşir. Şiir, o kadar büyük bir ilgi görür ki, adeta bir gençlik fenomenine dönüşür.
“Monna Rosa”, klasik aşk şiirlerinden farklı, modern imgelerle yüklü, lirik ve hüzünlü bir yapıya sahiptir. Şiirdeki “ak gül”, “siyah gül”, “güller katil oluyor” gibi ifadeler, aşkın hem güzelliğini hem de acısını, hatta bir tür trajedisini anlatır. Karakoç’un sonraki diriliş şiirlerinin habercisi olan metafizik duyuş, bu erken dönem şiirinde de hissedilir.
Şiirin bu kadar popüler olmasının ve efsaneleşmesinin birkaç önemli nedeni vardır:
Sezai Karakoç, “Monna Rosa”yı daha sonraki baskılarında kitaplarına almakta hep temkinli davranmış, hatta bir dönem dışarıda bırakmıştır. Belki de bu, şiirin onun için taşıdığı kişisel anlamdan, belki de şiirin artık kendi kontrolünden çıkmış bir “efsane” haline gelmesindendi. Ancak şurası bir gerçektir: “Monna Rosa”, Türk şiir tarihinde, bir şairin gençlik döneminden çıkıp toplumun kolektif hafızasına kazınan, nadir örneklerden biridir. Sezai Karakoç’un diriliş düşüncesi ve metafizik şiir evreninin kapısını aralamadan önce, attığı ilk ve en yankı uyandıran tohumdur. 🌹
Not: Sezai Karakoç, gerçek Monna Rosa’nın kim olduğunu ve hikayesini, 2011 yılında yayımlanan “Gün Saati” adlı kitabındaki bir yazıyla nihayet açıklamış ve tüm spekülasyonlara noktayı koymuştur.