Batı Roma İmparatorluğu'nun 476 yılında yıkılması, Avrupa'da büyük bir siyasi boşluğa neden oldu. Bu boşluk, çeşitli Germen kabilelerinin ve krallıklarının yükselişiyle doldu. Franklar, Vizigotlar, Ostrogotlar ve Vandallar gibi topluluklar, eski Roma topraklarında yeni krallıklar kurdular. Bu süreç, feodalizmin doğuşunu hızlandırdı.
Orta Çağ boyunca Katolik Kilisesi, Avrupa'nın en güçlü kurumlarından biri haline geldi. Kilise, sadece dini bir otorite olmakla kalmayıp aynı zamanda siyasi, ekonomik ve kültürel hayatta da önemli bir rol oynadı.
11. yüzyıldan itibaren Avrupa'da tarımsal üretim arttı, nüfus çoğaldı ve ticaret canlandı. Bu gelişmeler, şehirlerin yeniden yükselmesine ve yeni bir sosyal sınıfın, burjuvazinin ortaya çıkmasına neden oldu.
14. yüzyıl, Avrupa için bir felaketler çağı oldu. Yetersiz beslenme, savaşlar ve en önemlisi, Kara Veba olarak bilinen büyük bir salgın, Avrupa nüfusunun önemli bir kısmının ölümüne neden oldu.
Kara Veba'nın ardından Avrupa, büyük bir dönüşüm geçirdi. Rönesans'ın başlamasıyla birlikte Orta Çağ'ın karanlıkları yavaş yavaş dağılmaya başladı ve yeni bir çağın, modern dünyanın temelleri atıldı.
Orta Çağ, genellikle "Karanlık Çağ" olarak anılsa da, aslında Avrupa, Asya ve Orta Doğu'da köklü dönüşümlerin, yeni devletlerin ve kültürlerin filizlendiği bin yıllık bir dönemdir. Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü (MS 476) ile başlayıp, İstanbul'un fethi (1453) veya Amerika'nın keşfi (1492) ile sona erdiği kabul edilen bu çağ, modern dünyanın temellerinin atıldığı bir köprü görevi görmüştür.
Orta Çağ, genel olarak üç ana evreye ayrılır:
Bu dönem sadece Avrupa ile sınırlı değildi. Dünyanın farklı köşelerinde birbirinden güçlü medeniyetler hüküm sürüyordu:
Roma'nın doğudaki mirasçısı olarak bin yılı aşkın süre ayakta kaldı. Justinianus döneminde en parlak zamanını yaşadı, Ayasofya'yı inşa etti ve Roma hukukunu derledi. Hristiyanlığın Ortodoks kolunun merkezi oldu.
Hz. Muhammed'in vefatından sonra hızla yayılan İslamiyet, Emeviler ve Abbasiler ile İspanya'dan Hindistan'a uzanan bir medeniyet kurdu. Bağdat'taki "Bilgelik Evi" (Beyt'ül Hikme) ile bilim, felsefe ve tıpta altın çağını yaşadı. İbn-i Sina, Farabi, El-Harezmi gibi bilginler yetiştirdi.
Merkezi otoritenin zayıflamasıyla ortaya çıkan feodal sistem, toprağa dayalı bir sosyal ve askeri düzendi. Kral, lord, vassal ve serflerden oluşan bu hiyerarşik yapı, Orta Çağ Avrupası'nın siyasi ve ekonomik temelini oluşturdu.
Bu dönemden günümüze kalan izler sandığımızdan daha derindir:
Rönesans hümanistleri, kendilerinden önceki bu dönemi, klasik antikiteye (Yunan-Roma) kıyasla bir gerileme ve bilgisizlik çağı olarak gördüler. Oysa günümüz tarihçileri, bu yaklaşımın hatalı olduğunu, Orta Çağ'ın kendine özgü dinamikleri, başarıları ve yenilikleri olduğunu vurgulamaktadır. Salgınlar, savaşlar ve sosyal eşitsizlikler varken, aynı zamanda ticaret yolları genişlemiş, şehir kültürü gelişmiş ve ulusal kimlikler filizlenmiştir.
Orta Çağ, ne tam bir aydınlık ne de mutlak bir karanlıktır. İnsanlığın, antik dünyanın yıkıntıları üzerine yeni kurumlar, inanç sistemleri ve kültürel motifler inşa ettiği, karmaşık ve çok katmanlı bir geçiş dönemidir. Modern ulus devletlerin, üniversitelerin, bankacılığın ve hatta parlamenter sistemin ilk tohumları bu çağda atılmıştır. Dolayısıyla Orta Çağ'ı anlamak, bugün içinde yaşadığımız dünyanın köklerini keşfetmek demektir.