Sanat tarihi boyunca, insanın doğayla kurduğu ilişkiyi en saf haliyle yansıtan türlerden biri olan peyzaj resmi, kelimenin tam anlamıyla "manzara resmi" anlamına gelir. Bu tür, doğal ya da kırsal görünümleri, dağları, nehirleri, ormanları, denizleri ve gökyüzünü konu edinir. Ancak peyzaj resmi, sadece bir doğa kopyası değil; sanatçının duygularının, felsefi bakışının ve döneminin estetik anlayışının da bir yansımasıdır.
İlginç bir şekilde, peyzaj resmi bağımsız bir tür olarak oldukça geç ortaya çıkmıştır. Rönesans dönemine kadar, doğa manzaraları genellikle dini veya mitolojik sahnelerin arka planı olarak kullanılıyordu. 17. yüzyılda, özellikle Hollanda'da, ticari refahın ve Protestan etik anlayışının etkisiyle, doğayı başlı başına bir konu olarak ele alan ilk peyzaj resimleri yapılmaya başlandı. Rembrandt ve Jacob van Ruisdael gibi isimler bu alanda öne çıktı.
Peyzaj resmi, sanatçıların doğaya bakış açısına göre çeşitli alt türlere ayrılır:
Türk resim sanatında, özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren, asker kökenli ressamlar ve ardından 1914 Kuşağı (Çallı Kuşağı) ile birlikte peyzaj resmi önemli bir yer edinmiştir. Hoca Ali Rıza'nın İstanbul peyzajları, İbrahim Çallı'nın özgür fırça vuruşlarıyla yaptığı doğa betimlemeleri, bu türün ülkemizdeki en güzel örneklerindendir.
Peyzaj resmi, bize sadece güzel manzaralar sunmaz. Aynı zamanda:
Peyzaj resmi, sanatın en kalıcı ve evrensel türlerinden biridir. İnsanın doğaya duyduğu hayranlık, özlem ve saygının tuval üzerindeki ifadesidir. Bir dağın görkemi, bir ağacın dinginliği veya denizin ufukla buluştuğu an, sanatçının gözünden sonsuza dek donar ve izleyiciye yeni bir dünya, yeni bir duygu kapısı aralar. Bu nedenle, bir peyzaj tablosuna bakarken sadece bir manzarayı değil, bir anı, bir duyguyu ve bir bakış açısını da seyrederiz.