Edebiyat, kelimelerle yapılan bir resim sanatıdır. Yazar ve şairler, duygu ve düşüncelerini daha etkili, daha çarpıcı ve daha güzel ifade edebilmek için çeşitli söz sanatlarına başvurur. Bu sanatlar, dilin sıradan kullanımının ötesine geçerek okuyucuda estetik bir haz, derin bir anlam ve güçlü bir etki uyandırır. İşte bu sanatlardan en yaygın ve sevilen ikisi: Kişileştirme (Teşhis) ve Konuşturma (İntak).
Bu iki sanat sık sık bir arada kullanılır ve birbirine karıştırılabilir. Ancak aralarında önemli bir nüans vardır. Temelde her ikisi de insan dışı varlıklara insana özgü nitelikler kazandırmak amacı taşır. Peki, onları nasıl ayırt edeceğiz?
Kişileştirme, cansız varlıklara, hayvanlara veya soyut kavramlara insana özgü davranış, duygu, düşünce ve fiziksel özellikler yüklemektir. Burada varlık, bir insan gibi davranır, hisseder veya görünür, ancak konuşmaz.
Konuşturma ise, kişileştirmenin bir adım ötesidir. Bu sanatta, cansız varlıklar, hayvanlar veya soyut kavramlar konuşturulur. Yani onlara insana özgü bir konuşma yetisi verilir. Konuşturma sanatında mutlaka bir söyleme, konuşma, seslenme eylemi vardır.
Bu sanatlar, edebi metinlere derinlik ve canlılık katar. Okuyucunun hayal gücünü harekete geçirerek anlatılanı daha somut ve hissedilir kılar. Soyut duyguları somutlaştırır, doğayı ve çevremizdeki dünyayı daha yakın, daha anlamlı hale getirir. Kısacası, yazıya ruh ve karakter kazandırır.
Sonuç olarak, Kişileştirme ve Konuşturma, edebiyatın sihirli değnekleridir. Onlar olmasaydı, belki de doğa bu kadar içten anlatılamaz, masallar bu kadar büyüleyici olamazdı. Bir daha kitap okurken veya bir şiire dalarken, bu küçük sihirbazları metinlerin içinde aramayı unutmayın!