İkinci Dünya Savaşı'nın ardından dünya, ABD önderliğindeki Batı Bloku ile Sovyetler Birliği önderliğindeki Doğu Bloku arasında bölünmüştü. Bu dönemde Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle stratejik bir öneme sahipti. Sovyetler Birliği'nin 1945'te Türkiye'den üs talep etmesi ve Boğazlar üzerinde hak iddia etmesi, Ankara'yı Batı ittifakına yaklaştıran temel faktörler oldu.
25 Haziran 1950'de Kuzey Kore'nin Güney Kore'yi işgaliyle başlayan savaş, Soğuk Savaş'ın ilk sıcak çatışmasıydı. Birleşmiş Milletler, Güney Kore'yi savunmak için uluslararası bir güç oluşturdu. Türkiye, henüz NATO üyesi olmamasına rağmen, 15 Temmuz 1950'de BM çağrısına cevap vererek Kore'ye asker gönderme kararı aldı.
Türkiye, NATO'ya katılmak için 1950'de resmen başvurdu ancak ilk başvuru, bazı Avrupa ülkelerinin çekinceleri nedeniyle reddedildi. Kore Savaşı'ndaki fedakarlık ve performans, Türkiye'nin ittifaka sadık ve değerli bir ortak olacağını somut olarak kanıtladı.
18 Şubat 1952 tarihi, Türkiye için bir dönüm noktası oldu. NATO'ya resmen kabul edilen Türkiye:
Tarihçiler, Türkiye'nin NATO üyeliğinde Kore Savaşı'nın belirleyici bir rol oynadığı konusunda hemfikirdir. Bu katkı şu şekilde özetlenebilir:
Türkiye'nin NATO'ya girişi, dış politikasının en önemli başarılarından biri olarak kabul edilir. Kore Savaşı'nda gösterilen fedakarlık, bu süreci hızlandıran kritik bir faktördü. Bu dönem, Türkiye'nin uluslararası alanda saygınlık kazanmasını, jeopolitik konumunu güçlendirmesini ve Soğuk Savaş dönemindeki yol haritasını belirlemesini sağladı. Günümüzde bile, Kore'deki Türk şehitliği iki ülke arasında derin bir dostluk bağının simgesi olmaya devam etmektedir.