Günlük hayatta sıkça kullandığımız “zan” kelimesi, bir şey hakkında kesin bilgiye dayanmayan, tahmine dayalı düşünce veya kanaati ifade eder. İnsan ilişkilerini, ruh halimizi ve toplumsal atmosferi derinden etkileyen bu kavram, genellikle iki zıt kutupta ele alınır: Hüsnüzan (iyi zan) ve Suizan (kötü zan). Bu yazıda, bu iki önemli kavramı detaylıca inceleyeceğiz.
Zan, kesinlik ifade etmez; bir olay, durum veya kişi hakkında eldeki sınırlı verilerle oluşturulan geçici bir yargıdır. İnsan zihni, belirsizlikleri tolere etmekte zorlandığı için, bilinmeyeni “zan” ile doldurma eğilimindedir. Ancak bu doldurma şekli, hem kişisel psikolojimizi hem de sosyal çevremizi şekillendirir.
Hüsnüzan, bir kişi veya durum hakkında olumlu, iyi niyetli ve lehte yorumlar yapma, ihtimaller dahilinde en güzel ihtimali düşünme eğilimidir. Hüsnüzan, güven, şefkat ve anlayış temelli bir zihin yapısının ürünüdür.
Örnek: Sizi aramayan bir arkadaşınız hakkında, “Meşguldür, mutlaka önemli bir işi çıkmıştır” diye düşünmek hüsnüzandır.
Suizan ise, bir kişi veya durum hakkında olumsuz, kötü niyetli, güvensiz ve itham edici düşünceler besleme halidir. Gerçekleri beklemeden, en kötü ihtimali gerçekmiş gibi kabul etmeye dayanır.
Örnek: Aynı arkadaşınız için, “Bilerek arıyor, artık değer vermiyor” diye düşünmek suizandır.
Hüsnüzan, her durumu körü körüne iyiye yormak değildir. Saflık ile saflık arasındaki dengeyi bulmaktır. Gerçekçi olmak, kanıtları göz ardı etmemek, ancak aynı zamanda hemen olumsuz bir sonuca varmamak gerekir. İdeal olan, “kesin bilgiye ulaşana kadar en makul ve insaflı ihtimali göz önünde bulundurmak”tır.
Zan, insan olmanın doğal bir parçasıdır; onu tamamen yok etmek mümkün değildir. Ancak, hüsnüzanı bir yaşam prensibi haline getirmek, hem iç dünyamızda huzuru hem de dış dünyamızda sağlıklı ilişkileri inşa etmenin anahtarıdır. Unutmayalım, zannettiğimiz şeyler, gerçekliğimizi büyük ölçüde şekillendirir. Tercihimiz, dünyayı daha güzel görmekten yana olmalıdır.