20. yüzyıl felsefesi, insan düşüncesinin belki de en dinamik, çoğulcu ve kökten sorgulayıcı dönemlerinden birini temsil eder. Geleneksel metafizik sistemlerin yerini, dil, mantık, varoluş, bilgi ve toplum üzerine odaklanan, bazen birbiriyle çatışan, bazen de kesişen sayısız akım aldı. Bu yazıda, bu karmaşık ve zengin dönemin genel karakterini ve temel özelliklerini keşfedeceğiz.
Bu dönemi şekillendiren bazı ortak temalar ve dönüşümler şunlardır:
20. yüzyıl, felsefenin dil üzerine yoğunlaştığı bir çağ oldu. Hem Analitik Felsefe hem de Kıta Felsefesi geleneğinde dil, dünyayı anlama, bilgiyi inşa etme ve hatta gerçekliği kurmanın temel aracı olarak görüldü. Soru artık sadece "Ne bilebiliriz?" değil, "Ne söyleyebiliriz?" oldu.
Felsefe, psikoloji, sosyoloji, mantık ve dilbilim gibi alanlardan net bir şekilde ayrılarak kendi yöntem ve sorunlarını daha keskin bir şekilde tanımladı. Aynı zamanda, felsefenin alt disiplinleri (dil felsefesi, zihin felsefesi, bilim felsefesi vb.) bugünkü anlamlarıyla bu dönemde şekillendi.
20. yüzyıl felsefesi, kabaca iki büyük gelenek etrafında kümelenmiştir. Bu ayrım coğrafi olmaktan çok, yöntem, stil ve ilgi alanlarıyla ilgilidir.
Geçmişin kapsamlı metafizik sistemleri (Hegel gibi) yerini, belirli, sınırlı sorunların mantıksal/linguistik analizine (Analitik gelenekte) veya mevcut düşünce, tarih ve toplum yapılarının eleştirel yapıbozumuna (Kıta geleneğinde) bıraktı.
Bilimsel bilgiyi model alır. Anlamlı önermeler ya analitik (mantık/matematik) ya da deneysel olarak doğrulanabilir olmalıdır. Metafizik, etik ve estetik ifadeler "anlamsız" sayılabilir. (Moritz Schlick, Rudolf Carnap, genç Wittgenstein)
Dil, felsefi karışıklıkların kaynağı ve çözümüdür. Olgun Wittgenstein'ın "dil oyunları" ve Oxford Okulu (J.L. Austin), dilin gündelik kullanımını merkeze alır.
İnsanın "öz"ünden önce gelen "varoluş"u vurgular. Birey, özgürlüğü, seçimleri, kaygısı ve anlam arayışıyla yüzleşmek zorundadır. (Sartre, Camus, Kierkegaard ve Heidegger'in bir yorumu)
Şeylerin bize göründükleri haliyle (fenomen) saf bilincin deneyimini betimlemeyi amaçlar. (Edmund Husserl) Daha sonra Martin Heidegger bunu "varlık sorusu"na dönüştürmüştür.
Geleneksel teoriyi eleştirir; toplumu, ideolojileri, kültür endüstrisini ve akıl anlayışını, özgürleşmeyi hedefleyerek analiz eder. (Theodor Adorno, Max Horkheimer, Herbert Marcuse, sonrasında Jürgen Habermas)
Yapısalcılık, olguları altında yatan gizli yapılar (dil, kültür, bilinçdışı) üzerinden anlamaya çalışır. (Ferdinand de Saussure, Claude Lévi-Strauss) Post-yapısalcılık ise bu yapıların sabitliğini reddeder, anlamın istikrarsız ve oynak olduğunu savunur. (Jacques Derrida, Michel Foucault, Julia Kristeva)
20. yüzyıl felsefesi, insana, bilgiye, dile ve topluma dair köklü sorgulamalarla dolu bir laboratuvar gibidir. Günlük dilimizde yer eden "varoluşsal bunalım", "dekonstrüksiyon", "alternatif gerçeklik" gibi kavramların arka planını bu dönemin düşünürleri sağlamıştır. Hem teknik titizliği hem de radikal eleştirelliğiyle, 21. yüzyıl düşüncesini şekillendirmeye ve güncel sorunlarımızı anlamak için bize araçlar sunmaya devam etmektedir.