Halk edebiyatının unutulmaz ismi, Abdurrahim Karakoç, sadece bir şair değil, aynı zamanda Anadolu insanının duygularına tercüman olmuş bir gönül adamıydı. Onu Türkiye'nin dört bir yanına tanıtan ise, kuşkusuz, aşkı ve hüznü bu kadar içten anlattığı "Mihriban" şiiri oldu. Bu yazıda, Karakoç'un yaşam öyküsünü ve edebi mirasını ele alacağız.
7 Nisan 1932 tarihinde Kahramanmaraş'ın Ekinözü ilçesinde dünyaya geldi. Şiirle iç içe bir ailede büyüdü; dedesi, babası ve kardeşleri de şairdi. Asıl mesleği memurluktu ve uzun yıllar belediyede muhasebeci olarak çalıştı. Siyasi görüşleri nedeniyle birçok zorlukla karşılaştı ve hapis yattı. Mücadeleci kişiliği ve toplumsal eleştirileri şiirlerine de yansıdı. 7 Haziran 2012'de Ankara'da vefat etti.
Abdurrahim Karakoç denilince akla gelen ilk eser, hiç şüphesiz "Mihriban"dır. Bu şiir, öyle benimsendi ki, halk arasında bir türkü gibi dillere pelesenk oldu. Bestelendikten sonra ise Türk müziğinin en sevilen eserlerinden biri haline geldi.
Şiir, kaybedilen bir sevgiliye duyulan özlemi, pişmanlığı ve derin acıyı anlatır. Her kıtası "Mihriban" redifiyle biten ve ahengiyle büyüleyen bu eser, sevenlerin yüreğinde taht kurmuştur. Şiirin, şairin gençlik yıllarında yaşadığı gerçek bir aşk hikayesinden ilhamla yazıldığı söylenir.
"Sarıl bana sarıl lale sümbül sarıl / Gönlümdeki derdi anlatamam ki / Yine hasretinden yandı gönlüm yandı / Yar elinden dertliyim bilenim yok." gibi dizeler, aşk acısının en yalın ve en çarpıcı ifadelerinden biri olarak hafızalara kazınmıştır.
Abdurrahim Karakoç, Türk halk şiirinin en önemli temsilcilerinden biri olarak edebiyat tarihindeki yerini çoktan almıştır. Şiirleri, sadece kendi dönemine değil, sonraki kuşaklara da hitap etmeyi başarmıştır. Onun eserleri, Anadolu'nun sesi, halkın nefesi ve aşıkların dilindeki türküsü olmaya devam edecektir.