Orhan Pamuk'un 1998 yılında yayımlanan ve ona uluslararası ün kazandıran romanı Benim Adım Kırmızı, sadece bir cinayet polisiyesi değil, aynı zamanda Doğu ile Batı, gelenek ile yenilik, sanat ile inanç arasındaki derin çatışmaları resmeden bir başyapıttır. 16. yüzyıl sonu Osmanlı İstanbul'unda geçen roman, okuru minyatür sanatının büyülü ve disiplinli dünyasına götürürken, evrensel temaları da işler.
Olay örgüsü, İstanbul'da, Sultan III. Murat'ın gizli bir kitap yaptırmak için topladığı üstat nakkaşların atölyesinde işlenen bir cinayetle başlar. Bu kitap, Batılı tarzda (Frenk usulü) resimlerle süslenmiş, eşi benzeri görülmemiş bir eser olacaktır. Ancak geleneksel minyatür anlayışına aykırı bu işe gönülsüzce katılan nakkaşlardan biri, Zarif Efendi, atölyede ölü bulunur.
Cinayetin ardından, romanın anlatıcıları çoğalır. Her bölüm farklı bir "ses" tarafından anlatılır: Öldürülen nakkaş, katil, bir köpek, bir ağaç, renkler (kırmızı, altın), ölüm ve hatta şeytan. Bu çok seslilik, olaya farklı perspektiflerden bakmamızı sağlar.
Şüpheler, atölyedeki dört usta nakkaş (Zeytin, Leylek, Kelebek ve Sinek) ile, nakkaşların ustası Üstat Osman üzerinde yoğunlaşır. Cinayeti araştırma görevi, sevdiği kadın Şeküre ile evlenmek isteyen, ancak yıllar sonra İstanbul'a döndüğünde onun evli olduğunu gören Kara'ya verilir. Kara, araştırması sırasında hem aşkını yeniden keşfeder hem de minyatür sanatının felsefesine ve bu sanat uğruna işlenen cinayetin nedenine dair derin bir yolculuğa çıkar.
Sonunda, katil ortaya çıkar. Cinayetin nedeni, sanatta bireysel üslup ve imza sahibi olma arzusudur. Geleneksel Osmanlı minyatüründe nakkaş, Allah'ın yarattığı dünyayı "gördüğü gibi" değil, "bilindiği ve tasavvur edildiği gibi" resmeder; kendi tarzını, perspektifini eklemez ve asla imzasını atmaz. Katil ise Frenk usulü resmin getirdiği "birey olma", "tanınma" ve "ölümsüzleşme" arzusunun kurbanı olmuştur. Bu çatışma, Doğu'nun kolektivist, ilahi merkezli sanat anlayışı ile Batı'nın bireyci, hümanist sanat anlayışının çarpışmasıdır.
Romanın başlığındaki "Kırmızı", sadece bir renk değil, bir karakterdir. Aşkı, şiddeti, tutkuyu, hayatı ve sanatın temel taşını temsil eder. Kırmızı, hem minyatürlerdeki kanı hem de Şeküre'nin dudaklarının rengini hatırlatır.
Romanın merkezindeki temel çatışmadır. Minyatür (ilahi bakış, stilizasyon, sonsuzluk) ile portre/realist resim (bireyin bakışı, perspektif, ölümlülük) arasındaki felsefi ayrım, karakterlerin iç dünyalarında da yaşanır.
"Allah'ın gözüyle bakmak" ile "bireyin gözüyle bakmak" arasındaki fark, sanatın özüne dair bir sorgulamadır. Roman, "nasıl gördüğümüzün, kim olduğumuzu belirlediğini" vurgular.
Kara ile Şeküre'nin yasak ve dolambaçlı aşk hikayesi, ana polisiye olay örgüsüne paralel ilerler. Bu aşk, geleneksel toplum yapısı içinde var olma mücadelesinin de bir simgesidir.
Benim Adım Kırmızı, sürükleyici bir polisiye kurgunun ötesinde, okuyucuyu sanat, tarih ve varoluş üzerine derin düşüncelere davet eden, edebi lezzeti yüksek bir şaheserdir. Orhan Pamuk, bu romanla 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştır.