Nikolay Gogol'ün 1835'te kaleme aldığı "Bir Delinin Hatıra Defteri", sıradan bir memurun trajikomik hikayesini anlattığı kadar, toplumsal eleştirisiyle de edebiyat tarihinin en çarpıcı eserlerinden biridir. Bu kısa öykü, okuyucuyu "deli" diye yaftalanan bir adamın zihninde yolculuğa çıkarırken, aslında kimin gerçekten deli olduğu sorusunu sordurur.
Eserin merkezinde, toplumsal statünün bireyin kimliğini ve akıl sağlığını nasıl etkilediği fikri yatar. Ana karakterimiz Poprişçin, toplumun ona biçtiği değersiz rol ile kendi iç dünyasındaki büyük hayaller arasında sıkışıp kalır. Gogol, bu çatışma üzerinden şu temel mesajı verir:
"Akıl sağlığı toplumsal normlara uyumla ölçülemez. Bazen toplumun 'deli' dediği, aslında onun yozlaşmış değerlerine meydan okuyan tek sağlıklı zihindir."
9. dereceden bir devlet memuru olan Poprişçin, sıradan ve silik bir hayat sürmektedir. Ancak onun iç dünyası, dışarıdan göründüğünden çok daha zengin ve karmaşıktır. Toplumun ona biçtiği rolü reddedişi, önce küçük hayallerle, sonra giderek büyüyen bir gerçeklikten kaçışla kendini gösterir. Onun "deliliği", aslında içinde bulunduğu çaresiz duruma bir başkaldırı, bir kaçış yöntemidir.
"Bir Delinin Hatıra Defteri", sadece 19. yüzyıl Rusya'sının değil, tüm modern toplumların bir aynasıdır. Gogol bize şunu sorar: Gerçekten deli olan, toplumun dayattığı anlamsız kurallara körü körüne uyan mıdır, yoksa bu düzene meydan okuyan mı?
Eser, bireyin toplum içindeki yerini, insan psikolojisinin kırılganlığını ve toplumsal normların bizi nasıl "deli" ya da "akıllı" yaptığını sorgulamamızı sağlayan zamansız bir başyapıttır.