Genetik biliminin temelini oluşturan DNA'nın yapısının aydınlatılması, 20. yüzyılın en önemli bilimsel keşiflerinden biridir. Bu keşif, genellikle James Watson ve Francis Crick'in adlarıyla anılsa da, arkasında çok daha karmaşık ve ilginç bir hikaye yatar. Gelin, bu büyük bilimsel bulmacanın nasıl çözüldüğüne birlikte bakalım.
Watson ve Crick'ten çok önce, DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) 1869'da İsviçreli doktor Friedrich Miescher tarafından keşfedilmişti. Miescher, beyaz kan hücrelerinin çekirdeklerinde "nüklein" adını verdiği asidik bir madde bulmuştu. Yıllar boyunca DNA'nın kimyasal yapısı üzerine çalışılsa da, genetik bilgiyi nasıl taşıdığı ve depoladığı bir sır olarak kalmıştı.
1950'lerin başında, iki genç bilim insanı İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi'ndeki Cavendish Laboratuvarı'nda bir araya geldi:
İkili, DNA'nın üç boyutlu yapısını çözmek için adeta takıntılı bir şekilde çalışmaya başladı. Onların yaklaşımı, deney yapmaktan çok, mevcut verileri birleştirip teorik modeller oluşturmaktı.
Watson ve Crick'in başarısı, tek başlarına değildi. Londra'daki King's College'da iki araştırmacı, Rosalind Franklin ve Maurice Wilkins, DNA'yı X-ışını kırınımı yöntemiyle inceliyordu.
Franklin'in verileri, Chargaff'ın kuralları (Adenin-Timin ve Guanin-Sitozin eşleşmesi) ve kendi teorik çıkarımlarını birleştiren Watson ve Crick, 1953 yılının Şubat ayında doğru modeli buldu.
DNA'nın, birbirine sarılmış iki iplikten oluşan bir "ikili sarmal" olduğunu öne sürdüler. Bu iplikler, şeker-fosfat iskeletinden oluşuyor ve baz çiftleri (A-T, G-C) merdivenin basamakları gibi bu iplikleri birbirine bağlıyordu. Bu yapı, genetik bilginin nasıl kopyalanıp aktarıldığını mükemmel bir şekilde açıklıyordu.
Watson ve Crick, bulgularını 25 Nisan 1953'te Nature dergisinde kısa (bir sayfadan az) ama çığır açıcı bir makaleyle yayımladı. Aynı sayıda, Franklin ve Wilkins'in deneysel verilerini gösteren makaleler de yer aldı.
1962'de Fizyoloji veya Tıp Nobel Ödülü, DNA yapısının keşfi dolayısıyla James Watson, Francis Crick ve Maurice Wilkins'e verildi. Rosalind Franklin, 1958'de kanserden vefat etmişti ve Nobel Ödülleri ölüm sonrası verilmedi.
Watson ve Crick'in DNA ikili sarmal modeli, moleküler biyoloji çağını başlattı. Genetik kodun çözülmesi, rekombinant DNA teknolojisi ve İnsan Genom Projesi gibi sayısız gelişmenin önünü açtı.
Bu keşif hikayesi, bilimsel işbirliğinin, rekabetin, bazen de etik tartışmaların karmaşık ama sonuçta insanlığa büyük fayda sağlayan bir örneği olarak tarihe geçti. DNA'nın keşfi, sadece bir molekülün yapısının çözülmesi değil, yaşamın kendisinin dilinin deşifre edilmesiydi.