Edebiyatımızda, bir şairin kendi vasıflarını, başarılarını ve üstünlüklerini övgü dolu bir dille anlattığı bölümlere fahriye denir. Arapça "iftihar etmek, övünmek" anlamındaki "fahr" kelimesinden türemiştir. Bu sanat, divan edebiyatının en karakteristik özelliklerinden biridir ve genellikle kaside nazım şeklinin içinde yer alan bir bölüm olarak karşımıza çıkar.
Fahriye, şairin sadece kendini övmesi değil, aynı zamanda sanatının gücünü ve değerini ilan etmesidir. Şair, bu bölümde:
Klasik bir kaside şu bölümlerden oluşur:
Fahriye bölümü, methiyeden hemen sonra veya kasidenin sonlarına doğru gelebilir. Bazı şairler, tüm kasideyi bir fahriye olarak yazmıştır.
Divan edebiyatının belki de en meşhur fahriye şairidir. Kendi şiir gücüne olan inancı sınırsızdır. Ünlü Sihâm-ı Kaza (Kaza Okları) adlı hicviyesinin önsözünde ve kasidelerinde, şiirinin gücüyle övünür, diğer şairleri acımasızca eleştirir.
"Şimdengerü düşmen-i din ü millet olaydım
Bari tek eser-i adû ü zulmet olaydım
Nef'îyâ kimse senin gibi zarîr olamaz
Gerçi var mıla'-i sühanda şerîr olamaz"
Fuzûlî'nin fahriyeleri daha çok aşk ve ıstırap şairi olmasıyla övünme üzerinedir. Leyla ve Mecnun mesnevisinin önsözünde, eserinin orijinalliğini ve değerini vurgular.
"Şairler sultanı" unvanını alan Bakî, şiirdeki kudretini, dilinin saflığını ve üslubunun güzelliğini fahriyelerinde sıkça dile getirir. Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine yazdığı ünlü Mersiye'sinde bile şairlik gücünden bahseder.
Fahriye geleneği, modern edebiyatta doğrudan aynı adla görülmez. Ancak şairlerin otobiyografik metinlerde, manifestolarda, şiirlerinin önsözlerinde veya söyleşilerde kendi poetikalarını anlatmaları, sanatlarını savunmaları ve kendilerini konumlandırmaları, fahriyenin modern bir uzantısı sayılabilir. Bir anlamda şairin "ben buyum" deme biçimidir.
Fahriye, divan edebiyatının çok katmanlı ve incelikli yapısını anlamak için önemli bir anahtardır. Şairin, toplumdaki yerini ve sanatının değerini talep ettiği, kendini var etme çabasıdır. Sadece bir kibir gösterisi değil, aynı zamanda sanatın gücüne dair derin bir inancın ve "şair" kimliğinin bilincinin edebi bir tezahürüdür.