Psikoloji dünyasında ahlak gelişimi denilince akla ilk gelen isim Lawrence Kohlberg ve onun evrensel ahlaki aşamalarıdır. Ancak 1980'lerde psikolog Carol Gilligan, bu teoriye önemli bir eleştiri getirdi. Gilligan, Kohlberg'in çalışmalarının çoğunlukla erkek deneklere dayandığını ve bu nedenle ahlak anlayışında "kadın sesinin" eksik kaldığını savundu. Ona göre, ahlak sadece adalet, haklar ve kurallar (erkeksi bir bakış) üzerine değil, aynı zamanda ilişkiler, bağlantılar, sorumluluk ve şefkat (dişil bir bakış) üzerine de kuruluydu. İşte "Ahlak Sevgisi" olarak da adlandırılabilecek bu yaklaşım, Gilligan'ın teorisinin özünü oluşturur.
Gilligan'ın 1982'de yayımlanan “Farklı Bir Ses” (In a Different Voice) adlı kitabı, psikoloji literatüründe bir dönüm noktası oldu. Teorinin dayandığı iki temel ahlaki yönelim şunlardır:
Gilligan, bu iki yönelimin cinsiyete bağlı olmadığını, her iki cinsiyette de görülebileceğini, ancak toplumsallaşma süreçleri nedeniyle kadınlarda şefkat etiğinin daha belirgin olabileceğini öne sürdü.
Kohlberg gibi, Gilligan da ahlak gelişimini aşamalı olarak ele alır, ancak odak noktası ilişkilerdeki sorumluluktur. Üç ana aşamadan oluşur:
Bu ilk aşamada birey, öncelikle kendi ihtiyaçlarına ve hayatta kalmasına odaklanır. Ahlaki kararlar "Bu benim için ne kadar faydalı?" sorusu etrafında şekillenir. Kişi, başkalarına bağımlı olmaktan korkar.
Bu aşamada, geleneksel olarak kadınlara atfedilen "başkaları için fedakarlık" davranışı öne çıkar. Birey, kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atarak başkalarının ihtiyaçlarını karşılamayı ahlaki bir görev olarak görür. İyi olmak, başkalarına bakmak ve onları memnun etmekle eşdeğerdir. Ancak bu, içsel bir çatışmaya yol açabilir.
Gelişimin en üst aşamasında, birey hem kendisine hem de başkalarına karşı sorumluluğu dengelemeyi öğrenir. Artık "fedakarlık" mutlak bir erdem değildir. Şiddetten kaçınma (kendine ve başkasına zarar vermeme) temel ilke haline gelir. Kişi, ilişkilerde otantik bir bağlantı kurmanın, hem kendi hem de diğerinin ihtiyaçlarına saygı duymaktan geçtiğini anlar. Bu, gerçek bir şefkat ve sorumluluk etiğidir.
Kohlberg'in ünlü ahlak ikileminde, Heinz, kanserli eşi için pahalı ilacı çalmayı düşünür. Kohlberg'in puanlaması, çalma kararının ardındaki soyut ilkeye (yaşam hakkı) odaklanır. Gilligan ise bu hikayeyi dinleyen kadın deneklerin farklı bir yol izlediğini gözlemledi. Onlar, "İlacı çalmalı mı?" sorusuna takılmak yerine, "Eczacıyla konuşup bir anlaşmaya varılamaz mı?" veya "Aile ve arkadaşlardan borç alınamaz mı?" gibi, ilişkileri ve iletişimi merkeze alan üçüncü bir çözüm yolu aradılar. Gilligan'a göre bu, ahlaki düşüncenin eksikliği değil, farklılığıydı.
Gilligan'ın teorisi, psikoloji ve eğitim alanında önemli bir perspektif sunmuştur:
Ancak teori, ikili cinsiyet kategorilerini pekiştirdiği ve sonraki bazı araştırmalarda cinsiyetler arası ahlaki muhakeme farkının Gilligan'ın iddia ettiği kadar belirgin olmadığı yönünde eleştiriler de almıştır.
Carol Gilligan'ın "Ahlak Sevgisi" yaklaşımı, günümüzde duygusal zeka, empatik iletişim, etik liderlik ve çatışma çözümü gibi kavramların önem kazanmasıyla yeniden değer buluyor. Sadece kadınların değil, tüm insanların ahlaki diline şefkati, bağlantıyı ve karşılıklı sorumluluğu dahil etmenin, daha insani ve sürdürülebilir bir toplum inşa etmede kritik olduğunu bize hatırlatıyor. Gilligan'ın sesi, ahlakı sadece bir yargılama sistemi olarak değil, bir ilişki ve sevgi pratiği olarak duymamız için hala güçlü bir şekilde yankılanıyor.