Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde gerçekleştirilen en köklü reformlardan biri olan halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924), modern Türkiye'nin siyasi ve toplumsal yapısını şekillendiren kritik bir dönüm noktasıdır. Bu makalede, bu önemli tarihsel olayın nedenlerini ve sonuçlarını detaylıca inceleyeceğiz.
Halifelik, İslam inancında Hz. Muhammed'in vefatından sonra Müslümanların dini ve siyasi liderliğini temsil eden bir kurumdur. Osmanlı Devleti, Yavuz Sultan Selim döneminde (1517) bu makamı devralmıştı.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması hedefleniyordu. Halifelik makamı, bu hedefin önünde en büyük engel olarak görülüyordu.
Saltanat kaldırılmış olmasına rağmen, halife unvanı hala büyük bir sembolik güce sahipti. Bu durum, "iki başlılık" riski oluşturuyor ve milli iradeyi temsil eden TBMM'nin otoritesini zayıflatıyordu.
Yeni Türkiye Devleti, kendini "muasır medeniyetler seviyesine" çıkarmayı amaçlıyordu. Orta Çağ'dan kalma bir kurum olan halifelik, bu modernleşme hamlesiyle uyumlu değildi.
Halifelik makamı, özellikle İngilizler başta olmak üzere bazı Batılı devletler tarafından, Türkiye'nin diğer Müslüman ülkeler üzerinde nüfuz kurma aracı olarak görülüyor ve endişeyle karşılanıyordu.
Cumhuriyet Halk Fırkası'na muhalif olan bazı gruplar, halifeliği siyasi bir koz olarak kullanma potansiyeli taşıyordu. Bu durum, yeni rejim için bir tehdit olarak algılandı.
Halifeliğin kaldırılması, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir din-devleti olmaktan çıkıp, modern, laik ve ulus-devlet kimliğine bürünmesindeki en kritik adımlardan biridir. Bu karar, kısa vadede bazı sancılar getirmiş olsa da, Türkiye'nin bugünkü siyasi ve toplumsal yapısının temel taşlarını döşemiştir. Hem iç hem de dış politikada yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilen bu olay, Atatürk devrimlerinin de en radikal ve en çok tartışılanlarından biri olarak tarihteki yerini korumaktadır.