Hz. Muhammed (s.a.v.), İslam'ın temel değerlerinden biri olan adaleti sadece sözleriyle değil, hayatının her anıyla öğretmiş ve yaşamıştır. Onun adalet anlayışı, toplumsal statü, din, ırk veya akrabalık gibi hiçbir ayrım gözetmeksizin herkese eşit davranmayı gerektiriyordu.
Hz. Muhammed döneminde, soylu bir aileye mensup bir kadın hırsızlık yapmıştı. Toplumdaki bazı kesimler, ailenin itibarını zedelememek için affedilmesini istedi. Ancak Hz. Muhammed, "Sizden öncekiler, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca onu cezasız bırakır, zayıf biri hırsızlık yapınca ona ceza verirlerdi. Allah'a yemin ederim ki, kızım Fatıma da hırsızlık yapsa, onun da cezasını verirdim" diyerek adaletin herkes için eşit olduğunu vurgulamıştır.
Hz. Muhammed, Müslüman olmayanlara karşı da adil davranmıştır. Bir Müslüman, bir gayrimüslimin malını çalmıştı. Hz. Muhammed, suçlu Müslüman'a gereken cezayı vererek, adaletin inanç farkı gözetmediğini göstermiştir.
Peygamberimiz, kendi ailesine ve akrabalarına karşı da adaletten ayrılmamıştır. Haksız kazanç elde etmek isteyen akrabalarına "Vallahi, Kureyş'ten birisi haksız olarak bir iğneyi dahi alsa, kıyamet gününde onun vebali boynuna asılı olarak gelecektir" diyerek uyarıda bulunmuştur.
Günümüzde Hz. Muhammed'in adalet anlayışı, farklı kültür ve inançlara sahip insanların bir arada yaşayabilmesi için önemli bir rehber olmaya devam etmektedir. Onun evrensel adalet prensipleri, çağdaş toplumlar için hala geçerli ve uygulanabilir niteliktedir.
Hz. Muhammed'in adalet anlayışı, sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için örnek teşkil eden, zaman üstü bir değerler bütünüdür. Onun "Adalet mülkün temelidir" sözü, adaletin toplumların devamlılığındaki hayati rolünü vurgulamaktadır.