Varoluşçuluk, 20. yüzyılın en etkili felsefi akımlarından biri olarak, insanın dünyadaki yerini, anlam arayışını ve en temelde özgürlük sorununu merkezine alır. Bu akıma göre, insan "özgürlüğe mahkum" bir varlıktır ve bu durum hem büyük bir potansiyel hem de derin bir kaygı kaynağıdır. Bu yazıda, varoluşçuluğun insan özgürlüğüne dair radikal tezlerini inceleyeceğiz.
Jean-Paul Sartre'ın ünlü sözü, varoluşçuluğun özünü özetler: "İnsanın varoluşu özünden önce gelir." Bu ne anlama gelir? Geleneksel felsefede, bir nesnenin (örneğin bir bıçağın) özü (kesme amacı) onun varoluşundan önce belirlenmiştir. Ancak insan için bu geçerli değildir. İnsan önce var olur, sonra kendi eylemleri, seçimleri ve değerleriyle kendi özünü yaratır. Bu, sınırsız bir özgürlük ve aynı zamanda ezici bir sorumluluk demektir.
Varoluşçulara göre özgürlük, rahatlatıcı bir durum değil, bir yüktür. Her an, her durumda seçim yapmak zorundayızdır ve bu seçimlerin sonuçlarından tamamen biz sorumluyuz. Bu sorumluluğu taşımak "kötü niyet" (Sartre) yani kendini aldatma yoluyla reddedilebilir. Örneğin, "Ben böyle doğdum" veya "Toplum beni böyle yaptı" demek, özgürlüğümüzü ve sorumluluğumuzu başka şeylere yükleyerek kaçmaktır.
Sartre için insan, dünyaya atılmış (fırlatılmış) ve kendi projesini kendi yapan bir varlıktır. Onun özgürlüğü mutlaktır. Hatta "seçmemek" bile bir seçimdir. Bu radikal özgürlük, "bulantı" ve "kaygı" duygularının temel kaynağıdır.
Varoluşçuluğun habercisi sayılan Kierkegaard, özgürlüğü "kaygı" ile ilişkilendirir. İnsan, sonsuz olasılıklar karşısında kaygı duyar. Ona göre gerçek özgürlük, sıçrama yaparak (örneğin dini bir inanç sıçramasıyla) bu kaygılı belirsizliği kabul etmek ve kendini gerçekleştirmektir.
Camus, evrenin saçma ve anlamsız olduğunu savunur. İnsanın bu saçmalık karşısındaki özgürlüğü, ona boyun eğmemekte ve isyan etmektedir. Sisyphus mitinde olduğu gibi, kayayı tepeye çıkarma çabası anlamsız olsa da, Sisyphus bu sürece kendi anlamını yükleyerek özgürleşir.
Varoluşçuluk, bize rahat bir teselli sunmaz; aksine, rahatsız edici bir ayna tutar. İnsanın özgürlüğü, hazır bir hediye değil, sürekli yeniden ele alınması gereken bir görevdir. Bu felsefe, hayatımızın pasif bir nesnesi değil, aktif bir öznesi olmaya, kendi varoluşumuzun mimarı olmaya yönelik güçlü bir çağrıdır. Özgürlük, kaçtığımız bir yük değil, sahip çıkmamız gereken en insani koşulumuzdur.