İslam dini, ilk vahyin "Oku!" emriyle başlamasından itibaren bilgiye, düşünmeye ve öğrenmeye büyük önem vermiştir. Tarihsel süreçte Müslüman bilim insanları, sadece dini ilimlerde değil, astronomi, matematik, tıp, kimya ve felsefe gibi alanlarda da öncü çalışmalara imza atmış, bilimsel mirasın korunup geliştirilmesinde köprü rolü oynamıştır.
Kur'an-ı Kerim'de akletmeye, gözlem yapmaya ve tabiatı incelemeye dair yüzlerce ayet bulunur. Örneğin:
İslam coğrafyasında "Altın Çağ" olarak adlandırılan dönemde, Bağdat, Kurtuba, Kahire ve Semerkant gibi şehirler bilimin merkezleri haline gelmiştir. Beyt'ül Hikme (Bilgelik Evi) gibi kurumlar, tercüme faaliyetleri ve sistematik araştırmalar sayesinde antik dünyanın bilgi birikimi korunmuş, geliştirilmiş ve Avrupa'ya aktarılmıştır.
İslam geleneğinde, "Allah'ın âyetleri" iki türlü okunur: vahiy (naklî bilgi) ve kâinat (aklî bilgi). Bu ikisi arasında bir çatışma değil, tamamlayıcılık ilişkisi görülmüştür. Bilim, insanın evreni anlama ve yaradanın sanatını görme çabasının bir parçası olarak değerli görülmüştür.
İslam'ın bilime teşvik eden tarihsel mirası, bugün Müslüman toplumlar için bir ilham kaynağı olmaya devam etmektedir. Bu miras; eleştirel düşünce, gözlem, deney ve sürekli öğrenme kültürünün dinî bir vecibe olarak benimsenmesi gerektiğini hatırlatır. Unutmamak gerekir ki, bilimsel gelişme insanlığın ortak yararına hizmet ettiği sürece, birçok dini ve kültürel gelenekte olduğu gibi İslam'da da takdir ve teşvik görmüştür.
Sonuç olarak, İslam dini, köklerinde barındırdığı okuma, araştırma ve bilgiye saygı değerleriyle, tarihin belli bir döneminde bilimsel aydınlanmanın öncüsü olmuş ve bu yaklaşım, günümüzde de geçerliliğini koruyan evrensel bir çağrıyı temsil etmektedir.