İslam felsefesi, 8. yüzyıldan itibaren İslam medeniyeti içinde gelişen, antik Yunan felsefesi ile İslami inanç ve düşünceyi sentezleyen bir düşünce geleneğidir. Bu felsefe, İslam'ın temel kaynakları olan Kuran ve Sünnet ışığında varlık, bilgi, ahlak ve siyaset gibi temel felsefi sorunları akıl yoluyla ele almıştır.
İslam felsefesinin en belirgin özelliği, aklı ve vahyi birbirine rakip değil, tamamlayıcı iki bilgi kaynağı olarak görmesidir. Filozoflar, aklın vahyi anlamada ve yorumlamada temel bir araç olduğunu savunmuşlardır.
İslam filozofları, felsefi çalışmalarında temel referans kaynağı olarak Kuran'ı almışlardır. Kuran'ın insanı düşünmeye, akletmeye ve evreni incelemeye teşvik eden ayetleri, felsefi faaliyetin meşruiyet dayanağı olmuştur.
İslam felsefesi, varlığın birliği (tevhid) ilkesini merkeze alır. Bu ilke, hem metafizik hem de epistemolojik düzlemde işler. Varlığın kaynağı olan Allah'ın birliği, bilginin de nihai olarak birliğine işaret eder.
İslam filozofları, felsefe ile din arasında bir çatışma olmadığını, aksine bu ikisinin aynı hakikatin farklı ifade biçimleri olduğunu savunmuşlardır. Kindî, Fârâbî ve İbn Rüşd gibi filozoflar, felsefe ve dinin uzlaştırılması gerektiğini vurgulamışlardır.
İlk İslam filozofu olarak kabul edilen Kindî, felsefe ile dinin aynı hakikate ulaşmanın farklı yolları olduğunu savunmuştur. Ona göre, felsefe ile din arasında çelişki yoktur.
"İkinci Öğretmen" (Muallim-i Sani) olarak bilinen Fârâbî, varlık felsefesi, siyaset felsefesi ve bilgi teorisi alanlarında önemli katkılar sunmuştur. Erdemli şehir modeliyle tanınır.
Batı'da Avicenna olarak tanınan İbn Sînâ, varlık-mahiyet ayrımı, sudur teorisi ve tıp alanındaki çalışmalarıyla İslam felsefesinin en önemli isimlerindendir.
Filozofların Tutarsızlığı (Tehâfütü'l-Felâsife) adlı eseriyle meşhur olan Gazâlî, felsefeye eleştirel bir yaklaşım getirmiş, aklın sınırlarını vurgulamıştır.
Batı'da Averroes olarak bilinen İbn Rüşd, Gazâlî'ye cevap olarak Filozofların Tutarsızlığının Tutarsızlığı (Tehâfütü't-Tehâfüt) adlı eseri yazmış, din-felsefe uzlaşısını savunmuştur.
İslam felsefesi, antik Yunan mirasını koruyup geliştirerek Rönesans ve Aydınlanma düşüncesine önemli katkılarda bulunmuştur. İbn Rüşd'ün Aristoteles yorumları, Latin Averroizm akımını doğurmuş ve Batı felsefesini derinden etkilemiştir.
İslam felsefesi, akıl ve vahyi uzlaştırmaya çalışan, Kuran merkezli bir düşünce geleneği olarak ortaya çıkmıştır. Bu gelenek, insanı düşünen, sorgulayan ve hakikati arayan bir varlık olarak tanımlamış, felsefi düşünceye özgün katkılarda bulunmuştur. Günümüzde İslam felsefesi, hem İslam dünyasında hem de küresel felsefe çevrelerinde yeniden ilgi görmekte ve yeni yorumlara konu olmaktadır.