Charlotte Brontë'nin 1847'de yayımlanan başyapıtı Jane Eyre, yalnızca Victoria döneminin toplumsal dinamiklerini yansıtan bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerine inen, güçlü felsefi ve ahlaki temalar barındıran bir eserdir. Romanın ana fikri, tek bir cümleye sığdırılamayacak kadar katmanlıdır. İşte bu edebi şaheserin merkezinde yatan birkaç temel hakikat:
Jane Eyre'in karakter yayılımının merkezinde, bir kadının düşünce, duygu ve eylem özgürlüğü için verdiği mücadele yatar. Jane, toplumun ondan beklediği edilgen, boyun eğen rolü reddeder. Parasız, statüsüz ve yalnız olmasına rağmen, "ruhum sizinle eşit" diyerek hem Rochester'a hem de tüm toplumsal hiyerarşiye meydan okur. Onun için aşk, bağımsızlığından vazgeçmek pahasına elde edilecek bir ödül değildir.
Roman, Jane'in vicdanı ile tutkuları arasındaki çatışma üzerine kuruludur. Rochester'ın metresi olmayı (o dönemde büyük bir toplumsal düşüş) şiddetle reddedişi, kişisel ahlakın toplumsal beklentilerin ve kişisel mutluluğun önüne geçmesi gerektiği fikrini vurgular. Jane, sevdiği adamı terk ederken aslında kendi ilkelerine ihanet etmemeyi seçer. Bu, günün sonunda onu hem manevi hem de maddi olarak güçlendiren bir sınavdır.
Brontë, Jane karakterinde Romantizmin tutkusu ile Victoria dönemi aklılcılığını dengeler. Jane derin duygulara sahiptir, tutkuludur, ancak bu tutkular asla aklının ve ahlaki pusulasının kontrolünü ele geçirmez. Rochester ise tam tersine, tutkusu tarafından yönetilir ve bu onu büyük bir yanılgıya (Bertha Mason'ı saklamak) sürükler. Ana fikir, gerçek ve kalıcı mutluluğun ancak akıl ve kalbin uyumuyla mümkün olduğudur.
Jane'in hikâyesi, Gateshead'den Lowood'a, Thornfield'dan Moor House'a ve nihayet Ferdean'a uzanan bir özgürlük arayışı yolculuğudur. Bu özgürlük sadece fiziksel (paradan, statüden) değil, aynı zamanda duygusal ve manevidir. St. John Rivers'ın teklifini reddetmesi, duyguları olmayan soğuk bir evliliğe, bir tür ruhsal köleliğe boyun eğmeyişinin simgesidir.
Jane ve Rochester'ın nihai birleşmesi, ancak eşitlik koşulları sağlandığında mümkün olur. Romanın sonunda Rochester fiziksel gücünü ve servetini kaybetmiş, Jane ise miras yoluyla maddi bağımsızlığını ve bir aile bulmuştur. Artık aralarında efendi-hizmetçi, patron-damatör gibi bir güç dengesizliği yoktur. Aşk, ancak iki tarafın da birbirine "diz çökebileceği" bir karşılıklı saygı zemininde filizlenebilir.
Jane Eyre'in ana fikri, bireyin –özellikle de toplumsal kısıtlamalara en çok maruz kalan bir kadının– içsel ahlaki değerlerine, öz saygısına ve bağımsızlığına sadık kalarak, erdemli bir yaşam sürme ve nihayetinde gerçek mutluluğu hak etme ve bulma mücadelesidir. Brontë bize, dış koşullar ne olursa olsun, ruhumuzun bütünlüğünü korumanın nihai zafer olduğunu hatırlatır. Roman, okuyucuya şu soruyu sordurur: "Sevgi uğruna ilkelerinizden vazgeçer misiniz, yoksa ilkelerinize sadık kalarak gerçek sevgiyi mi ararsınız?" Jane'in cevabı, eserin ölümsüz mesajını oluşturur.