Modern felsefe ve siyaset düşüncesinin en etkili isimlerinden biri olan John Locke (1632-1704), Aydınlanma Çağı'nın temel taşlarını döşemiştir. Onun felsefesi, özellikle bilgi teorisi (epistemoloji) ve siyaset felsefesi alanlarında devrim niteliğinde fikirler ortaya koyar. Bu yazıda, onun en bilinen iki kavramı olan Empirizm ve Tabula Rasa'yı mercek altına alacağız.
Locke, rasyonalizme (akılcılığa) karşı çıkarak, insan zihninin doğuştan gelen fikirlerle donatılmadığını savunur. Ona göre, tüm bilgimizin kaynağı deneyimdir (experience). Bu yaklaşım, felsefe tarihinde Empirizm olarak bilinir.
Locke, zihni, bu deneyimlerle beslenen boş bir levha (Tabula Rasa) olarak görür. Karmaşık tüm düşüncelerimiz, bu basit izlenimlerin birleşmesi, karşılaştırılması ve işlenmesiyle oluşur.
Latince "boş/üzeri kazınmış tablet" anlamına gelen bu kavram, Locke felsefesinin özünü oluşturur. İnsan zihni, doğduğunda boş bir levha gibidir; üzerinde hiçbir yazı, yani doğuştan fikir, ilke veya bilgi yoktur.
Locke'un epistemolojisi, onun liberal siyaset teorisinin de temelini oluşturur. İki Hükümet Üzerine İnceleme adlı eserinde geliştirdiği fikirler, modern demokrasilerin anahtar kavramları haline gelmiştir.
Locke, David Hume ve George Berkeley gibi filozofları derinden etkileyerek Britanya Empirizmi geleneğini başlatmıştır. Ayrıca, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Anayasası üzerinde doğrudan etkisi olmuştur.
Ancak, Tabula Rasa doktrini özellikle Noam Chomsky gibi dilbilimciler ve bazı bilişsel bilimciler tarafından eleştirilmiştir. Onlara göre, zihin dil edinimi veya temel kategoriler gibi konularda doğuştan bazı yapısal özelliklere sahiptir.
Sonuç olarak, John Locke, "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyen Descartes'ın aksine, "Duyumsuyorum ve deneyimliyorum, öyleyse biliyorum" diyerek felsefede yeni bir çığır açmıştır. Onun insan zihnine ve topluma dair iyimser, eğitilebilir ve özgürlükçü bakış açısı, günümüz dünyasını anlamak için hâlâ kritik bir anahtardır.