Jack London'ın 1909'da yayımlanan yarı otobiyografik romanı Martin Eden, hem kişisel bir dönüşüm hikayesi hem de keskin bir toplumsal eleştiri sunar. Roman, adını taşıyan başkahramanın sıradan bir denizciden entelektüel bir yazara dönüşüm sürecini ve bu süreçte yaşadığı içsel çatışmaları anlatır.
Martin Eden, işçi sınıfından gelen genç ve eğitimsiz bir denizcidir. Zengin ve kültürlü bir ailenin kızı olan Ruth Morse ile tanışması, onun hayatında bir dönüm noktası olur. Ruth'a duyduğu aşk, Martin'i kendini geliştirmeye ve entelektüel bir birikim kazanmaya iter. Ancak bu yolculuk, onu hem kendi geçmişinden hem de ulaşmaya çalıştığı sosyal çevreden uzaklaştıracaktır.
Martin, dilbilgisi ve edebiyat başta olmak üzere kendini eğitmek için gece gündüz çalışır. Sayısız red mektubu almasına rağmen yazma tutkusundan vazgeçmez. Sonunda hak ettiği başarıya ulaştığında ise bu başarı ona anlamsız ve içi boş gelir. Ulaştığı sosyal çevrenin yapaylığı ve fikirlerine olan ilgisizliği, onu derin bir hayal kırıklığına ve varoluşsal bir bunalıma sürükler.
Roman, birkaç kez sinemaya uyarlanmıştır. Özellikle 2019 İtalyan yapımı ve Pietro Marcello'nun yönettiği Martin Eden filmi, hikayeyi güncel bir bağlama taşıyarak büyük beğeni toplamıştır. Roman, birey-toplum çatışması, sınıf mücadelesi ve "Amerikan Rüyası" eleştirisiyle güncelliğini hiç yitirmemiştir.
Martin Eden, sadece bir "yükseliş ve düşüş" hikayesi değil, aynı zamanda bir "anlam arayışı" hikayesidir. Jack London, karakteri üzerinden bireyciliği, sosyalizmi, aşkı ve hayatın anlamını sorgular. Başarıya ulaşmanın mutluluk getirmeyebileceğini ve dışarıdan parlak görünen hayatların içten içe nasıl çökebileceğini gösteren, unutulmaz ve düşündürücü bir eserdir.