İslam felsefe tarihinin en sistematik ve etkili okullarından biri olan Meşşai felsefe, kelimenin tam anlamıyla bir "akılcılık" geleneğidir. Antik Yunan düşüncesi ile İslami dünya görüşünü sentezleyen bu akım, İslam'ın Altın Çağı'nın entelektüel zeminini oluşturmuştur. Peki, bu "Meşşailik" ya da "İslam Aristoculuğu" tam olarak nedir? Gelin, bu kadim bilgelik yolculuğuna birlikte çıkalım.
"Meşşai" kelimesi Arapça "yürümek" anlamına gelen "meşy" kökünden türemiştir. Bu isim, okulun kurucusu kabul edilen Kindî ile birlikte, özellikle Farabi ve İbn-i Sina'nın, Aristoteles'in (Aristo) mantık ve metafizik sistemini takip ederek felsefi bir "yol" izlemelerinden gelir. 9. ve 12. yüzyıllar arasında etkin olan bu akım, Bağdat'tan Endülüs'e kadar geniş bir coğrafyada filizlenmiştir.
Meşşailer için akıl, hakikate ulaşmanın en güvenilir aracıdır. Vahiy ile aklın uyum içinde olduğuna, gerçek bir çatışmanın söz konusu olamayacağına inanırlar. Onlara göre, din ile felsefe aynı hakikatin farklı ifade biçimleridir.
Farabi'ye göre mantık, düşüncenin aletidir (Organon) ve hataya düşmekten koruyan bir mihenk taşıdır. Meşşailer, Aristoteles mantığını benimseyerek, bilgiye ulaşmada burhanı (kesin, zorunlu kanıt) en üstün ispat yöntemi olarak görürler.
Varlık anlayışlarının özünü oluşturur. Buna göre, her şeyin kaynağı olan Vâcibü'l-Vücûd (Zorunlu Varlık) olan Allah'tan, akıllar ve gök küreleri aracılığıyla kademeli bir şekilde (feyz) âlem taşar. Bu, yaratılışı, nedensellik zinciri içinde açıklayan bir modeldir.
İbn-i Sina'nın şekillendirdiği bu ayrım, metafiziğin temelidir.
Felsefeyi İslam dünyasına tanıtan ve meşrulaştırmaya çalışan isimdir. "Felsefe yapmak, zamanın erdemlerini bilmektir" sözü onundur.
Aristoteles'ten sonraki öğretmen kabul edilir. Medinetü'l-Fazıla (Erdemli Şehir) eseriyle siyaset felsefesine, mantık ve müzik teorisine önemli katkılar sunmuştur.
Meşşai okulunun zirvesi ve İslam felsefesinin en etkili simasıdır. eş-Şifa ve el-Kanun fi't-Tıb gibi dev eserleriyle felsefe, tıp ve doğa bilimlerini birleştirmiştir. "Uçan Adam" argümanıyla benlik bilincine dair derin bir analiz yapmıştır.
Endülüs'te yetişen İbn Rüşd, Aristoteles şerhleriyle Avrupa'da büyük yankı uyandırmış, akıl-vahiy uyumunu savunmuş ve eleştirilere karşı Meşşai geleneği savunmuştur.
Meşşai felsefe, özellikle Gazali'nin Tehâfütü'l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eseriyle sert bir eleştiriye uğramıştır. Gazali, filozofların âlemin ezeli olduğu, cismanî haşrin olmadığı ve Allah'ın cüzîleri (tikel şeyleri) bilmediği iddialarını eleştirerek onları dinden çıkmakla suçlamıştır.
Ancak bu eleştiriler, Meşşai düşüncenin etkisini silmemiştir. Hem İslam dünyasında (özellikle İran ve Osmanlı coğrafyasında) hem de eserlerinin Latinceye çevrilmesiyle Skolastik felsefe ve Rönesans düşüncesi üzerinde derin izler bırakmıştır. Thomas Aquinas gibi Hıristiyan teologlar dahi İbn-i Sina ve İbn Rüşd'den etkilenmiştir.
Meşşai felsefe, insan aklının evreni ve Yaradan'ı anlama çabasının disiplinli ve sistematik bir ifadesidir. Akıl ile imanı, felsefe ile dini uzlaştırma çabası, bugün bile geçerliliğini koruyan evrensel bir tartışmanın öncüsüdür. Sadece bir tarihsel dönemin değil, insanın özünde var olan "bilmek arzusu"nun kadim ve görkemli bir anıtıdır.