Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamlı devlet geleneğinde, padişahın mutlak otoritesini ve kararlarını temsil eden en önemli araçlardan biri de fermanlar ve bu fermanların üzerine basılan tuğralardı. Peki, bu kıymetli belgelerin üzerine padişahın imzası niteliğindeki tuğrayı basma görevi kime aitti? İşte bu noktada, oldukça özel ve güven gerektiren bir meslek olan "Nişancılık" karşımıza çıkıyor.
Nişancı, Osmanlı Devlet teşkilatında Divan-ı Hümayun üyelerinden biriydi. Bugünkü karşılığıyla bir nevi Başbakanlık Müsteşarı veya Devlet Bakanı gibi düşünülebilir. Görevi, padişah adına yazılan her türlü resmi belgeyi (ferman, berat, name, ahidname) kontrol etmek, kaleme almak ve en önemlisi üzerlerine padişahın tuğrasını çekmekti.
Bu işlem, sıradan bir mühür basmak değildi. Tuğra, padişahın şahsını ve otoritesini temsil ettiği için, onun çekilmesi (basılması) büyük bir sorumluluk ve itibar gerektiriyordu.
"Tuğra çekmek" deyimi, tuğranın belge üzerine özenle ve sanatkârane bir şekilde çizilmesi, hat sanatıyla işlenmesi anlamına gelir. Bu işlem şu adımlardan oluşurdu:
Nişancılık makamı, devletin sırdaşı konumundaydı. Çünkü:
Nişancılık, Osmanlı'nın kuruluşundan itibaren var olan bir makamdı. Zamanla, özellikle 18. yüzyıldan sonra, devlet yapısı değiştikçe ve yazışmalar arttıkça, nişancının yetkileri kısmen reisülküttap (dışişleri bakanı) gibi makamlara kaydı. Tanzimat Fermanı'nın (1839) ilanı ve modern bürokrasiye geçişle birlikte, geleneksel nişancılık makamı da tarihe karıştı.
"Tuğra çekmek", sadece bir mühür basma işlemi değil, padişahın iradesinin tezahürü ve devletin yazılı hafızasının mühürlenmesi idi. Nişancı ise, bu kutsiyete yakın sayılan işlemi gerçekleştiren, devletin en güvenilir, bilgili ve sanatkâr rütbelilerinden biriydi. Osmanlı bürokrasisinin işleyişini ve devlet felsefesini anlamak için, nişancılık kurumunu incelemek bize önemli ipuçları verir.