Nüfus artışı, insan faaliyetlerinin doğal dünya üzerindeki etkisini doğrudan artıran temel faktörlerden biridir. Daha fazla insan; daha fazla gıda, su, enerji, barınma ve altyapı demektir. Bu ihtiyaçların karşılanması ise doğal ekosistemler üzerinde büyük bir baskı oluşturarak biyoçeşitliliği, yani bir bölgedeki türlerin, genlerin ve ekosistemlerin çeşitliliğini tehdit eder.
Artış gösteren nüfusun barınma ve gıda ihtiyacını karşılamak için ormanlar kesilir, sulak alanlar kurutulur ve doğal araziler tarım alanlarına veya yerleşim yerlerine dönüştürülür. Bu durumun iki önemli sonucu vardır:
İnsan nüfusu arttıkça, doğal kaynaklara olan talep de katlanarak artar. Bu durum şu şekillerde biyoçeşitliliği etkiler:
Endüstriyel faaliyetler, tarımsal ilaçlar, evsel atıklar ve artan ulaşım, hava, su ve toprak kirliliğine yol açar. Örneğin, tarımda kullanılan pestisitler ve gübreler, su kaynaklarına karışarak su bitkilerinin aşırı büyümesine ve oksijen seviyelerinin düşmesine neden olur (ötrofikasyon). Bu da balıklar ve diğer su canlıları için ölümcül olabilir.
Nüfus artışıyla bağlantılı olan enerji tüketimi (özellikle fosil yakıtlar) sera gazı emisyonlarını artırarak küresel iklim değişikliğine katkıda bulunur. İklim değişikliği ise:
Küresel ticaret ve seyahatin artması, istilacı türlerin yeni bölgelere taşınmasına olanak tanır. Bu türler, yeni ortamlarında doğal düşmanları olmadığı için hızla çoğalarak yerli türlerle rekabet eder, onları yok eder veya hastalık yayarak yerel biyoçeşitliliği tahrip eder.
Nüfus artışı, doğrudan veya dolaylı olarak biyoçeşitlilik kaybının arkasındaki en büyük itici güçtür. Bu etkileri azaltmak için; sürdürülebilir kaynak yönetimi, doğal alanların korunması ve restore edilmesi, çevre dostu teknolojilerin benimsenmesi ve nüfus artışı ile tüketim alışkanlıkları konusunda toplumsal farkındalığın artırılması kritik öneme sahiptir. Biyoçeşitliliği korumak, aynı zamanda insanlığın gıda güvenliği, temiz su ve iklim düzenlemesi gibi hayati ekosistem hizmetlerini de garanti altına almak demektir.