Modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecinde, köklü değişimler birbirini izlemiş ve yeni bir devlet modelinin temelleri atılmıştır. Bu dönüşümler arasında, 1 Kasım 1922 tarihinde gerçekleşen saltanatın kaldırılması, tartışmasız en radikal adımlardan biridir. Peki, bu tarihi karar, Türkiye'nin laik bir devlet olma yolundaki ilk ve en kritik adımı mıydı? Bu sorunun cevabını, dönemin koşullarını ve sonuçlarını inceleyerek arayalım.
Saltanatın kaldırılması, Osmanlı Devleti'nin siyasi varlığına resmen son verdi. TBMM'nin çıkardığı kanunla, İstanbul'daki padişahlık makamı kaldırıldı ve egemenlik kayıtsız şartsız millete verildi. Son padişah VI. Mehmed Vahdettin ülkeyi terk etti. Bu karar, fiilen devam eden "ikili yapıyı" (Ankara Hükümeti - İstanbul'daki Padişah) ortadan kaldırarak, ulusal egemenlik ilkesini somutlaştırdı.
Saltanatın kaldırılmasının ardındaki temel gerekçe, siyasi egemenliğin millete geçmesiydi. Laiklik ise, din ve devlet işlerinin ayrılmasını, hukuk ve toplumsal yaşamın dini kurallardan bağımsız hale gelmesini hedefler. Dolayısıyla, bu iki kavram doğrudan aynı şey değildir. Ancak derinlemesine bakıldığında, saltanatın kaldırılmasının laikliğe giden yolu döşeyen en önemli hazırlık adımı olduğu görülür. Nedenleri şunlardır:
Saltanatın kaldırılması, laikleşme sürecinin başlangıç noktası olarak görülebilir. Bu adımı, diğer devrimler izlemiş ve laik devlet yapısı pekişmiştir:
Saltanatın kaldırılması, teknik olarak doğrudan "devletin laikleştirilmesi" kararı olmasa da, psikolojik, siyasi ve kurumsal açıdan laikliğin ön koşulunu oluşturmuştur. Çünkü:
Evet, saltanatın kaldırılması laiklik yolunda atılan ilk ve en cesur adımdır. Bu adım olmadan, sonraki laikleşme reformlarını hayata geçirmek çok daha zor, belki de imkansız olabilirdi. Türkiye'nin laik cumhuriyet olma yolculuğu, işte bu köklü siyasi otorite değişimiyle fiilen başlamıştır.
Bu nedenle, saltanatın ilgası sadece bir rejim değişikliği değil, aynı zamanda yeni Türk devletinin felsefi ve ideolojik kimliğinin inşasındaki temel taşlardan biridir.