Lev Tolstoy'un devasa eseri Savaş ve Barış, sadece bir roman değil, adeta bir hayat ve tarih felsefesidir. 1805-1812 yılları arasında, özellikle Napolyon'un Rusya'yı işgali döneminde geçen roman, birkaç asil Rus ailesinin (Rostov, Bolkonski, Bezuhov) kaderi üzerinden insanlık durumunu, tarihin işleyişini ve özgür irade kavramını irdeler.
Romanın merkezinde yatan ana fikir şudur: Tarih, "büyük adamların" (Napolyon gibi) iradesiyle değil, sayısız küçük olayın, sıradan insanların kararlarının ve kaotik bir zorunluluklar zincirinin birleşiminden doğan kolektif bir harekettir. Bireyin kaderi, bu devasa tarihsel akışın içinde anlam bulur.
Tolstoy, savaşı kahramanlık destanı olarak değil, korkunç, plansız ve kaotik bir olay olarak resmeder. Napolyon'u bir dahi değil, olayların akışına kapılmış bir figür olarak gösterir. Gerçek kahramanlar, komutanlar değil, sıradan askerler ve halktır.
"Barış" kısmı, aile hayatını, sevgiyi, evliliği, dostluğu ve kişisel arayışı temsil eder. Pierre Bezuhov'un spiritüel yolculuğu ve Andrey Bolkonski'nin hayatın anlamını arayışı, savaşın yıkıcılığına karşı insani değerleri yüceltir.
Savaş ve Barış, okuyucuya şu mesajı verir: Gerçek anlam ve mutluluk, dışarıdaki büyük zaferlerde veya tarihe geçmekte değil; sevgi dolu bir aile, toprağa bağlılık, basit insani değerler ve kişinin iç huzurunda yatar. Tarih, kontrol edemediğimiz dev bir güçtür, ancak birey, kendi küçük "barış" alanında erdemli ve anlamlı bir hayat kurabilir.
Bu nedenle roman, hem epik bir tarih anlatısı hem de derin bir psikolojik ve felsefi inceleme olarak edebiyat tarihindeki eşsiz yerini korumaktadır.