Amin Maalouf'un 1988'de yayımlanan "Semerkant" romanı, sadece bir tarihî kurgu değil, aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki köprüleri, bilginin yolculuğunu ve insanlığın ortak kaderini sorgulayan felsefi bir yapıttır. Roman, 11. yüzyılda Semerkant'ta başlayıp 20. yüzyılda Titanik faciasında son bulan, Ömer Hayyam'ın Rubaiyat el yazmasının gizemli serüvenini anlatır.
Semerkant'ın merkezinde yatan ana fikir, insanlığın ortak kültürel mirasının siyasi çatışmalar, sınırlar ve zamanın yıkıcılığı karşısındaki dayanıklılığıdır. Maalouf, tarihin büyük dalgaları arasında savrulan bireylerin hikayeleri üzerinden şu evrensel gerçeği vurgular: Bilgelik, sanat ve insani değerler, iktidar mücadelelerinden ve geçici imparatorluklardan daha kalıcıdır.
Maalouf, "Semerkant" ile okuyucuya şunu fısıldar: Tarih, kralların ve fatihlerin değil, aslında kitapların, şiirlerin ve onları korumak için çaba gösteren sıradan insanların hikayesidir. Romanın finali –Rubaiyat'ın Titanik'le birlikte okyanusun derinliklerine gidişi– trajik görünse bile, asıl vurgu, o el yazmasının taşıdığı fikirlerin ve güzelliğin artık dünyaya yayılmış ve insanlığın hafızasında yer etmiş olmasıdır.
Bu nedenle "Semerkant", umutsuz bir hikaye değil, insan ruhunun ve kültürel mirasın direncine dair derin bir umut mesajıdır. Coğrafyalar değişir, iktidarlar yıkılır, ancak bilgelik ve güzellik arayışı, insanlığın en kalıcı ortak paydası olmaya devam eder.
Semerkant'ın ana fikri, sanatın, bilgeliğin ve insani değerlerin, siyasi çalkantıların ve fanatizmin geçiciliğine karşı nasıl ebedi bir miras oluşturduğunu ve bu mirasın korunmasının hepimizin ortak sorumluluğu olduğunu gözler önüne sermektir. 🕊️