Halide Edib Adıvar'ın Türk edebiyatının başyapıtlarından Sinekli Bakkal romanı, sadece toplumsal bir dönüşümün değil, aynı zamanda imkansız görünen bir aşkın da hikayesidir. Romanın kalbinde, geleneksel bir mahalle olan Sinekli Bakkal'ın dindar ve saf genci Rabia ile Batılı, sanatçı ruhlu İtalyan müzisyen Peregrini'nin (diğer adıyla Piraye) ilişkisi yer alır. Bu aşk, Doğu ile Batı, gelenek ile modernlik, din ile sanat arasındaki çatışma ve sentezi simgeler.
Rabia, mahallenin imamının torunudur. Sesiyle herkesi büyüleyen, Kuran'ı ve ilahileri olağanüstü bir güzellikte okuyan, derinden dindar ve oldukça muhafazakar bir genç kızdır. Onun dünyası, Sinekli Bakkal'ın dar sokakları, camisi ve gelenekleriyle sınırlıdır. Aşkı, inancının ve mahallesinin kuralları içinde tanımlanmıştır.
Peregrini ise tam bir tezat oluşturur. İtalyan asıllı, varlıklı, sanata ve müziğe tutkun, dini inancı olmayan bir "dönme"dir. O, ruhunun boşluğunu doldurmak için bir arayış içindedir. Rabia'nın sesinde ve kişiliğinde, hem saf bir sanatı hem de kendi hayatında eksik olan manevi derinliği bulur.
Rabia ve Peregrini aşkı, basit bir romantik hikayenin çok ötesindedir. Halide Edib, bu ilişki üzerinden şu temel fikirleri irdeler:
Sinekli Bakkal'daki Rabia ve Peregrini aşkı, Türk edebiyatının en derin ve anlamlı aşk hikayelerinden biridir. Bu ilişki, iki farklı kültürün, ancak karşılıklı saygı, sevgi ve anlayışla bir köprü kurabileceğini gösterir. Rabia ve Peregrini, birbirlerini tamamlayarak, hem kendi içlerinde bir huzur bulurlar hem de romanda anlatılan toplumsal dönüşümün sembolü haline gelirler. Bu aşk, bir sentezin, bir buluşmanın ve nihayetinde insan olmanın evrensel değerlerinin timsalidir.