İnsanlık tarihi, yazının icadından çok daha önce başlayan uzun ve gizemli bir yolculuktur. "Tarih öncesi çağlar" olarak adlandırdığımız bu dönem, arkeolojik buluntular ışığında aydınlatabildiğimiz, yazılı kaynakların olmadığı zaman dilimlerini kapsar. Taştan madenlere, avcılıktan tarıma geçişin hikayesini barındıran bu çağları birlikte keşfedelim.
Tarih öncesi (Prehistorya), insanın ortaya çıkışından yazının icadına (MÖ 3200 civarı, Sümerler) kadar geçen süreyi ifade eder. Bu dönemin sınırları coğrafyaya göre değişiklik gösterir; örneğin Anadolu'da yazı MÖ 2000'lerde kullanılmaya başlanmıştır. Bu uzun zaman dilimi, insanın alet yapma, ateşi kontrol etme, yerleşik hayata geçme gibi medeniyetin temel taşlarını attığı devrimsel değişimlerle doludur.
Tarih öncesi çağlar, insanların kullandığı ana hammadde ve teknolojik gelişmelere göre üç ana bölüme ayrılır. Bu dönemlendirme, Danimarkalı arkeolog Christian Jürgensen Thomsen tarafından önerilmiş ve evrensel olarak kabul görmüştür.
İnsanlık tarihinin en uzun dönemidir. İnsanların temel alet ve silah yapımında taşı kullandığı bu çağ, kendi içinde üç alt döneme ayrılır:
İnsanların taşın yanı sıra madenleri işlemeye başladığı, sosyal yapının karmaşıklaştığı dönemdir. İki alt bölümü vardır:
Yazı olmadığı için tarih öncesi araştırmalar tamamen arkeolojik buluntulara dayanır. Arkeologlar şunları inceler:
Anadolu, tarih öncesi çağlar açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biridir. Göbeklitepe (MÖ 9600), Neolitik döneme ait ve dünyanın bilinen en eski tapınak kompleksidir. Bu yapı, insanların henüz yerleşik hayata ve tarıma geçmeden önce bile karmaşık inanç sistemleri ve organize iş gücüne sahip olduğunu göstererek tarih öncesi hakkındaki bilgilerimizi kökten değiştirmiştir. Çatalhöyük ise Neolitik kent yaşamının erken ve iyi korunmuş bir örneğidir.
Tarih öncesi çağlar, insanın doğayla mücadelesinden kültür yaratmaya uzanan destansı hikayesinin temelidir. Her yeni arkeolojik keşif, bu uzun ve karanlık sanılan döneme biraz daha ışık tutmakta, atalarımızın ne kadar yaratıcı ve uyum sağlayıcı olduğunu göstermektedir. Bu çağları anlamak, sadece geçmişi değil, insan olmanın özünü de anlamak demektir.