Güneş Sistemi'mizdeki yedi harikadan biri olan Uranüs, adını Yunan mitolojisindeki gökyüzü tanrısından alır. Ancak onu gerçekten özel kılan, bilimsel kayıtlara geçen o benzersiz özelliğidir: ekseninin neredeyse 98 derece yana yatmış olması. Bu durum, gezegeni adeta yuvarlanan bir varil veya devrilmiş bir topaç gibi görünür kılar ve ona "Yan Yatan Gezegen" lakabını kazandırmıştır.
Uranüs'ün bu olağan dışı eğikliğinin, gezegen oluşumunun erken dönemlerinde Dünya büyüklüğünde bir gökcismiyle yaşadığı şiddetli bir çarpışmadan kaynaklandığı düşünülüyor. Bu durum, mevsimleri inanılmaz derecede ekstrem hale getirir:
Uranüs, Jüpiter ve Satürn gibi bir "Gaz Devi" değil, bir "Buz Devi"dir. Atmosferinin altında, su, amonyak ve metandan oluşan büyük bir "buzlu" mantosu vardır. Ayrıca, Satürn'ünkiler kadar ünlü olmasa da, Uranüs'ün de 13 farklı halkadan oluşan soluk bir halka sistemi bulunur.
Uranüs, 1781 yılında William Herschel tarafından teleskopla keşfedilen ilk gezegendir. Bu keşif, antik çağlardan beri bilinen gezegen sınırlarını genişletti. Çıplak gözle görülemeyecek kadar soluktur, ancak küçük bir teleskopla mavimsi-yeşil bir disk olarak seçilebilir. Bu renk, atmosferindeki metan gazının kırmızı ışığı soğurup mavi ve yeşil ışığı yansıtmasından kaynaklanır.
Uranüs, Güneş Sistemi'mizin en gizemli ve az ziyaret edilen üyelerinden biridir. Şu ana kadar sadece Voyager 2 uzay aracı (1986'da) yakınından geçerek detaylı veriler göndermiştir. Gelecekteki olası bir özel görev, bu buz devinin manyetik alanı, iç yapısı ve uyduları hakkındaki sır perdesini aralayabilir.