1940 ile 1960 yılları arası, Türk hikayeciliğinin büyük bir dönüşüm geçirdiği, toplumsal gerçekçilik akımının öne çıktığı ve köy-kasaba yaşamının edebiyata taşındığı verimli bir dönemdir. Bu dönemde yazarlar, bireyin iç dünyasından çok, toplumsal sorunlara ve Anadolu insanının gerçeklerine odaklanmıştır.
Modern Türk hikayeciliğinin kurucularındandır. İnsanı, doğayı ve sıradan insanların yaşamını şiirsel bir dille anlatmıştır. Öykülerinde İstanbul, balıkçılar, işsizler ve küçük insanlar önemli bir yer tutar.
Toplumsal gerçekçi anlayışın en güçlü temsilcilerindendir. Eserlerinde ezilen, sömürülen küçük insanların dramını, ağa-köylü çatışmasını ve adaletsizlikleri keskin bir gözlem gücüyle işlemiştir.
Sade, duru ve yalın bir dil kullanmıştır. "Küçük insan"ı, günlük yaşamın içindeki sıradan olayları, gözlemci ve gerçekçi bir tavırla anlatmıştır. Hikayelerinde olaydan çok, karakter ve atmosfer öne çıkar.
Bu dönemde eser vermeye başlayan Orhan Kemal, toplumcu gerçekçi çizgisiyle, işçilerin, yoksul mahallelerin, fabrikaların ve Çukurova'nın ırgatlarının hikayesini anlatmıştır.
Daha çok romanlarıyla tanınsa da, hikayelerinde de köy ve kasaba insanının yaşamını, töreleri ve toplumsal yapıyı Marksist bir bakış açısıyla ele almıştır.
Bu dönemde hikayeleriyle adını duyurmuştur. Özellikle Çukurova'nın renkli, destansı dünyasını, efsanelerle beslenmiş zengin bir dil ve anlatımla edebiyatımıza taşımıştır.
Toplumsal gerçekçi çizgide eserler vermiş, Söke ve çevresindeki toprak ağalığı sistemini, köylünün çektiği sıkıntıları ve efendi-köylü ilişkisini ele almıştır.
Köy Enstitülü yazarlar kuşağının önemli bir temsilcisidir. Bu dönemin sonlarında eser vermeye başlamış ve köy edebiyatının en güçlü isimlerinden biri olmuştur.