Sezgicilik, bilginin kaynağının sezgi olduğunu savunan felsefi bir yaklaşımdır. Yani, bir şeyi akıl yürütme veya deneyim yoluyla değil, doğrudan içgörüyle, ani bir kavrayışla anladığımızı ileri sürer. Sezgiciliğe göre, bazı gerçeklere ulaşmak için mantıksal çıkarımlara veya duyusal deneyimlere ihtiyacımız yoktur; onlar zaten içimizde, sezgisel olarak bilinir.
Birçok filozof, farklı şekillerde de olsa sezgiciliğe yakın durmuştur. İşte onlardan bazıları:
Platon'un İdealar Kuramı'nda, ruhumuzun daha önce İdealar dünyasında gördüğü gerçekleri hatırlama yoluyla bilgiye ulaştığımız düşüncesi, bir tür sezgiciliğe işaret eder. Yani, bilgi dışarıdan edinilmez, zaten içimizde potansiyel olarak vardır.
Bergson, sezgiciliğin en önemli temsilcilerinden biridir. Ona göre, akıl dünyayı analiz ederek ve parçalayarak anlamaya çalışır, oysa sezgi bizi varlığın özüne, doğrudan ve bütüncül bir şekilde götürür. Bergson, özellikle yaşamın akışını (elan vital) anlamak için sezginin önemini vurgulamıştır.
Descartes, rasyonalist bir filozof olmasına rağmen, bazı temel gerçeklere apaçık ve seçik (clear and distinct) ideler yoluyla ulaştığımızı savunmuştur. Bu ideler, sezgisel bir kavrayışla zihnimizde belirir ve şüpheye yer bırakmaz.
Spinoza, üç tür bilgiden bahseder: duyusal bilgi, akıl yoluyla bilgi ve sezgisel bilgi. Ona göre, en yüksek bilgi türü sezgisel bilgidir ve bu bilgi, Tanrı'yı veya doğayı en iyi şekilde anlamamızı sağlar.
Sezgicilik, felsefe tarihinde önemli bir yere sahiptir ve bilgi felsefesi, etik ve din felsefesi gibi birçok alanı etkilemiştir. Sezginin rolü ve değeri, günümüzde de tartışılmaya devam eden bir konudur.