Anadolu'nun kadim medeniyetler beşiğinde, Türk-İslam mimarisinin en nadide örneklerini bırakan Artuklular Beyliği'nin hikayesi, iki stratejik ve görkemli şehirde şekillendi: Mardin ve Hasankeyf. Bu yazıda, beyliğin kuruluş coğrafyasını ve bu iki tarihsel başkentinin önemini keşfedeceğiz.
Artuklular, 1102-1409 yılları arasında, önce Hasankeyf, ardından Mardin ve daha sonra Harput merkezli olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hüküm sürmüş bir Türkmen beyliğidir. Adını, Selçuklu Sultanı Melikşah'ın komutanlarından Artuk Bey'den alır. Mimari, mühendislik ve bilim alanındaki eserleriyle tarihe altın harflerle kazınmışlardır.
Artukluların ilk kolu ve beyliğin temeli, 1102 yılında Hasankeyf'te (Hısn-ı Keyfa) atıldı. Artuk Bey'in oğlu Sökmen Bey tarafından kurulan bu beylik, Dicle Nehri'nin kıyısında, sarp kayalıklarla korunan doğal bir kale-şehir olan Hasankeyf'i merkez edindi.
Hasankeyf Artukluları'nın bir kolu olan ve 1108'den itibaren Mardin merkezli kurulan Mardin Artukluları (veya İlgazi Bey Kolu), beyliğin en güçlü ve uzun ömürlü kolu oldu. Mardin, kayaların üzerine kurulu, Mezopotamya ovasına hakim eşsiz bir konuma sahipti.
Artuklular Beyliği, tek bir şehirde değil, iki aşamalı bir kuruluş süreci yaşadı:
Artuklular, köklerini Hasankeyf'in sarp kayalıklarına salmış, dallarını ise Mardin'in altın taşlarıyla gökyüzüne uzatmış bir medeniyet çınarıdır. Her iki şehir de onların askeri, idari ve kültürel dehasının birer yansımasıdır. Bugün, Dicle'nin suları altında kalan Hasankeyf'in ve dimdik ayakta duran Mardin'in sokaklarında, bu görkemli beyliğin izlerini hâlâ görmek mümkündür.