1912-1913 yıllarında yaşanan Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihinde derin bir kırılma noktasıdır. I. Balkan Savaşı (Ekim 1912 - Mayıs 1913), Osmanlı Devleti'nin Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ'dan oluşan Balkan Birliği karşısında ağır bir yenilgi almasıyla sonuçlanmıştır. Sadece birkaç ay içinde Rumeli'deki toprakların büyük kısmı kaybedilmiş, ordu Çatalca'ya kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Peki, bu kadar hızlı ve ağır bir yenilginin ardındaki temel nedenler nelerdi?
Osmanlı ordusu, savaş öncesinde büyük bir teşkilat ve techizat sorunu yaşıyordu. 1908'deki II. Meşrutiyet sonrası ordu siyasete karışmış, subaylar arasında derin görüş ayrılıkları oluşmuştu. Ayrıca, ordu Trablusgarp Savaşı (1911-1912) nedeniyle yıpranmış ve bölünmüş durumdaydı.
Ordunun başındaki Nazım Paşa gibi komutanlar, modern savaş taktiklerine yeterince hakim değildi. Ayrıca, siyasi müdahaleler askeri kararları olumsuz etkiliyordu.
İttihat ve Terakki ile muhalif gruplar arasındaki siyasi gerilim, savaş hazırlıklarını baltaladı. Hükümet istikrarsızdı ve uzun vadeli bir savunma politikası geliştirememişti.
Osmanlı maliyesi borç batağındaydı. Düyun-u Umumiye idaresinin kontrolü altındaki ekonomi, uzun süreli bir savaşı finanse edecek güçten yoksundu.
I. Balkan Savaşı'ndaki yenilgi, tek bir nedene bağlanamaz. Askerî, siyasî, ekonomik ve sosyal sorunların birikimi, "hasta adam" olarak anılan imparatorluğun sonunu hızlandıran bir domino etkisi yaratmıştır. Ordunun savaşa hazırlıksız yakalanması, siyasi istikrarsızlık, diplomatik yalnızlık ve teknolojik gerilik, bu büyük hezimetin ana bileşenleridir. Bu savaş, Osmanlı Devleti'nin artık bir "imparatorluk" olarak ayakta kalamayacağını tüm dünyaya göstermiş, ardından gelen II. Balkan Savaşı ve nihayetinde I. Dünya Savaşı ile sonun başlangıcı olmuştur.
I. Balkan Savaşı, bir devletin iç birlik, çağa ayak uydurma, diplomatik ilişkiler ve askeri modernizasyon unsurlarını bir arada ve sağlıklı yürütememesi halinde ne tür sonuçlarla karşılaşabileceğinin acı bir örneğidir. Bu yenilgi, aynı zamanda, Türk millî mücadelesinin ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinin şekillenmesinde de önemli bir dönüm noktası olarak tarihteki yerini almıştır.