Fyodor Dostoyevski’nin 1869’da yayımlanan Budala adlı eseri, yalnızca bir roman değil; insan ruhunun karanlık ve aydınlık köşelerine yapılan derin bir keşiftir. Prens Mişkin karakteri üzerinden “iyilik”, “saflık” ve “deli” kavramlarını sorgulayan bu başyapıt, modern dünyanın ahlaki çöküşüne ayna tutar.
Epilepsi hastalığı nedeniyle İsviçre’de tedavi gören ve Rusya’ya dönen Prens Mişkin, toplum tarafından “budala” olarak görülür. Ancak onun budalalığı, aslında katıksız bir iyilik, dürüstlük ve merhametin tezahürüdür. Mişkin, çıkarcılığın ve ikiyüzlülüğün hâkim olduğu bir toplumda “ahlaki bir devrimci” gibi davranır.
Dostoyevski, karakterlerinin psikolojik derinliklerini ortaya koymak için iç monolog ve diyalogları ustalıkla kullanır. Roman, trajedi ile ironiyi, gerilim ile felsefi tartışmayı iç içe geçirir. Özellikle “Epileptik nöbet öncesi anlar” gibi betimlemelerle, okuyucuyu karakterin bilincine taşır.
Budala, günümüzün hızlı, benmerkezci ve duyarsız dünyasında bir “etik uyanış” çağrısı gibidir. Mişkin’in naifliği, bize insanlığın unuttuğu değerleri hatırlatır. Roman, ahlaki ikilemler, akıl sağlığı damgaları ve toplumsal normlar üzerine düşünmek isteyen her okur için zengin bir kaynaktır.
Dostoyevski’nin “Güzellik dünyayı kurtaracak” sözüyle özetlenebilecek bu roman, okuyucuyu derinden sarsar. Budala, yalnızca edebi bir şaheser değil; insan olmanın anlamına dair bitmeyen bir arayıştır. Eğer henüz okumadıysanız, bu kitabı keşfetmek için hiçbir zaman geç değil!
📌 Not: Romanı okurken, karakterlerin iç çatışmalarını anlamak için sabırlı olmanız önerilir. Dostoyevski’nin karmaşık ruh tahlilleri, ilk bakışta ağır gelse de, sayfalar ilerledikçe sizi içine çekecektir.