Fyodor Dostoyevski'nin 1869'da yayımlanan romanı Budala, edebiyat tarihinin en derin ve en tartışmalı karakterlerinden birini merkezine alır: Prens Lev Nikolayeviç Mişkin. Roman, "tamamen iyi bir insan"ın modern, çıkarcı ve ikiyüzlü Rus toplumu içindeki trajik yolculuğunu anlatır. İşte bu büyük eserin konusu, temaları ve önemi.
İsviçre'de geçirdiği birkaç yıllık tedaviden sonra, sara (epilepsi) hastası ve saf yürekli Prens Mişkin, Rusya'ya döner. Amacı uzak akrabalarıyla bağlantı kurmak ve hayata tutunmaktır. Ancak girdiği çevre, para, güç ve tutkuların döndüğü, entrikalarla dolu bir dünyadır. Burada iki kadınla tanışır: gururlu, acı çekmiş ve "günahkâr" olarak görülen güzel Nastasya Filippovna ile saf ve genç Aglaya Yepançin. Mişkin'in bu iki kadına karşı karmaşık duyguları ve onu çevreleyen diğer karakterlerin (Rogojin, Ganya, Lebedev) hesapları, romanın trajik olay örgüsünü şekillendirir.
Budala, sadece bir karakterin değil, bir fikrin romanıdır. Dostoyevski, "İyi bir insan olmak mümkün müdür?" ve "Saf iyilik, acımasız bir dünyada hayatta kalabilir mi?" sorularını cesurca sorar. Mişkin'in trajedisi, bu sorulara verilen karamsar ama son derece insani bir yanıttır. Roman, varoluşçuluk ve psikolojik gerçekçilik akımlarının kilometre taşlarından biri kabul edilir.
Budala, okuyucuyu rahatsız eden, düşündüren ve insan ruhunun karanlık dehlizlerinde gezindiren bir başyapıttır. Prens Mişkin'in hikayesi, iyiliğin naif bir zayıflık değil, karmaşık ve yıkıcı bir güç olabileceğini gösterir. Edebiyatseverler için, insan doğasına dair bu derin kazıyı okumak, unutulmaz bir deneyimdir.