20. yüzyılın en sarsıcı, en kural tanımaz sanat akımlarından biri olan Dadaizm, bir sanat hareketinden çok daha fazlasıydı. I. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım, akıl almaz şiddet ve toplumsal çöküş karşısında doğan bir protesto, bir başkaldırı ve hatta bir anti-sanat hareketiydi. Mantığa, estetiğe ve burjuva değerlerine kökten bir reddiye sunan Dada, adını bile rastgele bir sözlükten seçilmiş, anlamsız bir kelimeden (Fransızca "oyuncak at") almıştır. İşte, kuralları yıkmayı kural edinen bu akımın hikayesi.
1916 yılında, savaşın ortasında, Zürih’teki "Cabaret Voltaire" adlı bir barda, Tristan Tzara, Hugo Ball, Emmy Hennings ve Jean Arp gibi isimler bir araya geldi. Savaştan kaçan bu sanatçı ve entelektüeller, akla ve uygarlığa duydukları derin güvensizliği, absürt, provokatif ve anlamsız gösterilerle ifade etmeye başladılar. Dada, bir tepki olarak doğdu: Savaşı çıkaran mantığa ve geleneksel sanat anlayışına karşı bir isyan.
Dadaizm, organize bir akım olarak 1920'lerin ortalarında dağılsa da, etkisi çok büyük oldu. Doğrudan yol açtığı Sürrealizm başta olmak üzere, Kavramsal Sanat, Performans Sanatı, Pop Art ve günümüz çağdaş sanat pratiklerinin temelini attı. Sanatın "neyi" değil, "niçin" ve "nasıl" sorguladığını temel soru haline getirdi. Sanatı galerilerden çıkarıp hayatın içine, sokağa taşıdı.
Dadaizm, bir sanat akımından öte, bir zihniyet, bir hayat görüşüydü. Kuralları, kalıpları ve anlamı yıkarak, aslında sanatın ve özgür düşüncenin sınırlarını sonsuza dek genişletti. "Kuralsızlık" ilkesi, onun en büyük kuralı ve günümüzde hala sanatçılara ilham vermeye devam eden, güçlü bir eleştiri silahı oldu.