Dünyamızın yüzeyi, nefes kesici dağlara, uçsuz bucaksız ovalara ve gizemli derinliklere ev sahipliği yapar. Bu derinliklerin tartışmasız kralı ise Mariana Çukuru'dur. Pasifik Okyanusu'nun batısında, Japonya ve Endonezya'nın güneyinde yer alan bu devasa çukur, gezegenimizin en ulaşılmaz ve en az keşfedilmiş noktalarından biridir.
Mariana Çukuru, iki tektonik plakanın -Pasifik Plakası ile Filipin Plakası'nın- çarpışma bölgesinde bulunur. Burada, Pasifik Plakası, Filipin Plakası'nın altına dalarak (subdüksiyon) Dünya'nın en derin doğal oluşumunu meydana getirir.
Mariana Çukuru'nun derinlikleri, insanlık için her zaman bir meydan okuma olmuştur.
Çukurun varlığı ilk kez İngiliz araştırma gemisi HMS Challenger tarafından tespit edildi. En derin noktaya da bu geminin onuruna "Challenger Deep" adı verildi.
İsviçreli okyanus bilimci Jacques Piccard ve Amerikalı Donanma Teğmeni Don Walsh, "Trieste" adlı batiskaf ile Challenger Deep'e inen ilk insanlar oldu. 20 dakika kaldıkları derinlikte, hayatta olduğunu düşündükleri bir balık ve karides benzeri canlılar gördüler.
Ünlü yönetmen James Cameron, özel olarak tasarlanmış "Deepsea Challenger" denizaltısıyla tek başına Challenger Deep'e indi. 3 saat boyunca çukurun tabanında örnekler topladı ve görüntüler kaydetti.
İnanılmaz basınç, soğuk ve mutlak karanlığa rağmen, Mariana Çukuru tamamen cansız değildir. Aşırı ortama adapte olmuş son derece özel canlılar burada yaşar:
Ne yazık ki, bu izole ve uzak derinlik bile insan etkisinden tamamen kurtulamamıştır. Yapılan keşiflerde, çukur tabanında plastik torbalar ve endüstriyel kirlilik izleri tespit edilmiştir. Bu durum, okyanus akıntılarının ve kirliliğin gezegenin en uzak köşelerine kadar ulaşabildiğinin çarpıcı bir kanıtıdır.
Mariana Çukuru, Dünya'nın son sınırlarından biri olmaya devam ediyor. Ay'ın yüzeyine giden insan sayısı, Challenger Deep'e inen insan sayısından fazladır. Bu derinlikler, gezegenimizin jeolojik süreçlerini, yaşamın sınırlarını ve ekosistemlerin hassaslığını anlamamız için eşsiz bir laboratuvardır. Onu korumak, yalnızca bir doğa harikasını değil, aynı zamanda Dünya'nın ve üzerindeki yaşamın temel sırlarından birini korumak anlamına gelir.